Menü

SANAT ESERİNİN KARAKTERİ

 

Açıktır ki sanat, birey eylemine hastır. Sanat eylemi, eyleyen bireyi sanatçı kılar. Sanatçının amacı sanat pratiğini gerçekleştirmektir. Sanat yapmanın mihenk noktası; eyleminin, sanatçı için amaç olmasıdır. Aksini iddia etmek, zorlama fikir üretmektir. Yaratım eylemi, insanın maddi ve tinsel yaratım istencine koşut gerçekleştiği ölçüde; öncelikle, sanatçıya ilişkin ve sanatçının dışavurum formu olan sanat içindir. Ama sanat pratiği sorunsalı bu noktada sonlanmaz.

Dışavurum her birey/insan için maddi/ tinsel ihtiyaçtır. Sanatçı için de dışavurum; maddi ve tinsel ihtiyaçtır ve sanat pratiği; bir dışavurum biçimi olarak, sanatçının toplumsal ilişkilere açılma ihtiyacını giderir. Yaratma pratiği; sanata ilişkin olmakla birlikte, aynı zamanda, pratiği gerçekleştirenin maddi ve tinsel ihtiyacını tatmin edişin; yani toplumsal ilişkinin aracıdır.

Sanatçının eser yaratma istencini kamçılayan ötekine kendini duyurmak isteğidir. Bu anlamda denilebilir ki; eser yaratmak; sanatçının topluma açılım pratiğidir. Sanatçının topluma açılımının aracı sanat; toplumun kullanımına koşulludur. Bu nedenle sanatçının yaratma amacı; maddi tinsel ihtiyacı olan toplumsala varma eyleminden kopuk olmadı; olamazdı da. Bu noktada önemle vurgulamak gerekir ki; sanatçının maddi / tinsel ihtiyacını karşılayan dışavurumun gerekçesi neyse; sanatın niteliğini belirleyen şey de o oldu.

Sanatçı; içeriği ne olursa olsun eserini toplum ilişkileriyle ilişkilendirerek yaratır. Bireye ait sanat pratiği; aynı zamanda insanı toplumsal kılandır. Bu neden; sanatçının, her durumda, toplumun kaygısını, tavrını ve istencini dikkate almasının gerekçesidir. Sanat eseri yaratımı, toplumun maddi, tinsel ilişkilerden bağımsız yapılamaz. Bireyin kendine ait olduğunu sandığı fikir; topluma ait fikir ya da toplumda rüşeym hali var olan fikirdir. Sanatçının topluma aykırı duruşunun ifadesi olan fikir dahi, toplumsala ilişkindir ve tohumu toplumsal ilişkinin içinde vardır. Her fikir zeminine muhtaçtır ve varoluş koşulu olmadan fikir yaratılamaz.

Sanatçı; bazen, bilincini şekillendiren maddi çevrenin, toplumun yaşam tarzının ve tabi ki toplumsallaşmış insanın gerçekleştirdiği üretim ilişkilerinin ve yüklenimi olan ideolojinin; sanat yaratım sürecinde etkili olduğunu kavramaktan uzak kalır. Oysa sanat eserine karakterini veren belirleyici unsur fikirdir. Yaratının niteliğini inşa eden, belirleyici unsur; bir biçimde yaratım pratiğinde ifadesini bulan ve sanatçının itkisi olan fikir, toplumsala ait düşünce sistematiğinin öğesidir de. O halde, her bireyin fikrinin kaynağı topluma ilişkin yaşam tarzının bir ifadesi olan ideolojidir; yani bireyin fikri ideolojiye içkindir.

Toplumun çoğunluğunun içselleştirdiği egemen ideolojinin sanat eserine karakter verecek denli etkin oluşu gizlenebilir olsa da, sömürücü sınıf ideolojisinin diğer hali; dinci ve ırkçı sanatçıların pratiğinde, esere karakterini veren etkin ögenin ideoloji olduğu belirgin halde duyumsanır. Aynı şekilde sosyalist sanatçıların pratiğinde de esere karakter kazandıran etkin öge olarak ideoloji, açık ve belirgin biçimde kendini duyumsatır.

Bireyin ürettiği fikre ilham veren daha önce üretilen ve topluma ait durumda olan düşünce tümlüğüdür. Egemen ideolojiye zıt olsa da yeni düşünce, toplumun gerçekleştirdiği üretim ilişkilerinin yansıması olan ideolojiden kopuk üretilemez. Toplumsallaşmanın getirisi olan bu gerçekliği inkar eden sanatçı, sanat pratiğine ve eserine karakter kazandıran, ilişkileri ve sürecini inkar etmiş olur. Gerçekliğin inkarı, aslında sanatçının, eserinin karakterinin olmadığını kabullenmesidir. Ki eserinin karakteri sanatçı için övünçtür. İnsan övünç duyduğu olgunun varlığını inkar etmez. Yaratma sürecinin her aşamasında estetik kaygıyla pratiğine yön veren insanın eylemi; ideolojik etkilenmeden uzak olmayan, fikri içerdi. Yaratıma konu olan da bu fikirdi. Yaratısının ve titrinin toplum tarafından kabullenilmesini isteyen sanatçı içinde olduğu topluluğun algı ve beklentisini her koşul ve durumda dikkate almak zorunda kaldı. Topluma egemen olan her şey; sanat pratiğine yansıdı. Sanatçının asosyal kişiliği ve toplumdan farklı oluşu da; yaratım sürecinde etkin rol oynadı.

Farklı duruşu sanatçıyı göreceli aykırı kıldı ama o kadar. Sanatçı yaratım sürecini topluma egemen olan arzın emrine sunduğu ölçüde aykırı tavrını törpüledi. Aykırılığı törpülenen sanatçı toplumun içselleştirdiği ideolojiyi baş tacı yaptı.

Toplumun arzını biçimleyen; yüklenimi olan ideolojiydi ki; genellikle egemen ideoloji, üretim ilişkilerinin iktidar olmasını sağladığı sınıfın ideolojisiydi. Toplumun içselleştirdiği ideoloji; hükümranlığın ideolojisiydi. O halde kuşku yok ki; egemen olan ideolojik olgu ve yargılarından kopuş, egemen sınıf iktidarına başkaldırıydı ve eylemine efendinin kurduğu pazar eksenli yön veren sanatçı ekmek kapısına hiçbir dönemde ihanet etmedi. Kaldı ki sanatçının göreceli aykırı tavrı, egemen sınıf tarafından “renklilik” olarak kabul gördüğünde sanatçı tamamen egemen olanın kullanıma teslim oldu. Bu olgu; “sanatçı; yaratıcı vasfı nedeniyle devrimcidir” iddiasına son noktayı koydu.

Sanat pratiğinin toplumsal olanla doğrudan ilişkisini atlayarak göreceli aykırı duruşuna abartılı anlam vererek sanat pratiğini devrimci saymak saçmadır. Sanatçının “aykırı” tavrı, k. burjuva vasfıyla direkt ilgilidir. Toplumsal alanda kabul görülme istenci karşılık bulmayan küçük burjuvanın büyük burjuvalara öfkesi neyse; sanatçının da öfkesi odur. Küçük burjuva sanatçının öfkesinin panzehri pazardadır. Eseri, toplumun arzında karşılık buldukça sanatçının aykırılığının da ateşi düşer.

Pazarın cazibesine kaptırdığı bilinçle üreten ve kimlik edinen bireysel yeteneğe dayalı ürün yaratan üretici; pazarın küçük ölçekli üreticiyi uymaya zorladığı disipline uymayı reddetmediği sürece, pazarın efendisinin “hoşgörüsüne” tabi halde “özgürleşti”. Ve tüm üretim alanlarında ve özellikle de sanat alanında yaratıcı birey, bu “özgür” haliyle cirit attı. Kuşku yok ki; sanatçı; zanaatçıdan, göreceli daha fazla pazar sahibinin hoşgörüsüne mazhar olup “özgürleşti”.

 

BABÜR PINAR

Kategoriler:   Biyografi