Menü

1960 SONRASI TOPLUMCU TÜRK TİYATROSU VE DÖRT YAZARI ( 4 ) OKTAY ARAYICI / ÖZGÜR BAŞKAYA

OKTAY ARAYICI

Yaşamı, Sanatı, Tiyatro Yapıtları

 

Türk Tiyatrosunun en önemli yazarlarından biridir Oktay Arayıcı. Geleneksel kaynakları kullanan ve bununla beraber epik tiyatro öğeleri de barındıran oyunlar yazan Oktay Arayıcı; sorgulayan, problemleri bulmaya, teşhis etmeye çalışan ve tiyatro alıcısının bu meseleleri vurgulayarak hayatına yön vermesini isteyen bir yazardır.

Tiyatroda yeni biçimler denemiş, bu denemelerinde hep açıkça bir düzen isteğini, yarattığı kişilerin sözlerinde ve izlenen olayın etkisinde göstermiştir. Yazdığı dört temel oyununda da denemelerini ilerici-toplumcu çizgisini sürdüren yazar için Ayşegül Yüksel şu gerçek ve önemli açıklamayı yapmıştır:

“Arayıcı, her şeyden önce, hakça bir düzen adına tüm düşünsel- sanatsal gücünü seferber etmiş bir sanat insanıdır. Yazdığı dört oyunun her birinde tiyatro için yeni biçimler denemiş, her denenmesinde kusursuza ulaşmayı amaçlamıştır. Az ama özenle yazmıştır; “güldüren”le “ağlatan” arasında o incecik çok duyarlı çizginin bir o yanında, bir bu yanında dolaşarak.” 71

Kendi daktilosundan kısa yaşamı ve yazarlık serüvenini; Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tiyatro Bölümünün 2000 – 2001 tarihlerinde çıkardığı ve Oktay Arayıcı hakkında genel bilgiye sahip olduğumuz “Oktay Arayıcı İçin” isimli çalışmadan öğrenebiliriz:

“1936 yılı 12 Şubatında Rize’de doğdum. Babam Nasrullah Arayıcı, eski bir kaptandı. Serüvenci yaşayışı yüzünden, uzun yıllar Karadeniz ve Akdeniz’de taşımacılık yaptığı motorunu, Patras’da satmış, baba ocağına dönmüştü. Annem Hikmet, eski ve yeni yazıyı bilen, iyi yetişmiş bir kadındı. Ben ailenin üçüncü ve son çocuğuyum.

Okul öncesi dönemden hatırladığım şeyler arasında, masal dinleme, (anlattırma)düşkünlüğüm vardır. Bu yüzden kış gecelerinde komşu evlerini dolanıp durmuşumdur. On yaşımdayken, kulak ağrısına neden olan bademciklerimin alınması için İstanbul’a gönderilince, Karagöz’ karşılaştım. Bu karşılaşma benim için ilginç ve etkili olmalı ki, iki yıl sonra evimizin bahçesinde perde kurup, arkadaşlarıma, komşularımıza Karagöz oynatacaktım.

Ortaokulda her ne kadar “iftihara geçen” bir öğrenciysem de okul kütüphanesindeki Milli Eğitim Bakanlığı Klasikleri, beni derslerden daha çok ilgilendiriyordu. Ortaokulu bitirdiğimde Rize’de lise yoktu. Ağabeyim Trabzon lisesinde okumaktaydı. Memuriyete kapılanmış babamın, ikimizi birden dışarıda okutabilecek gücü yoktu. Sorun o sırada Malatya’da bulunan bir memur akrabamızın yanına gönderilmemle çözüldü. (1950) Bu yolculuk ve Malatya’da geçirdiğim sekiz ay, beni Karadeniz’inkine pek benzemeyen Anadolu gerçeğiyle yüz yüze getirdi. Ertesi yıl, Rize’de Lise açılınca, öğrenimime bir yıl ara vererek ikinci sınıftan itibaren, orda devam ettim. O yıllar da, şiir ve hikâyeye yönelik kalem denemeleri yapmakta, okul gazetesini çıkarmakta, oyunlar sahnelemekteydim. Gene bu yıllarda, tatil aylarında, Çay Fabrikasında mevsimlik işçi olarak da çalışıyordum. Bu arada (1954)de iki arkadaşımla birlikte, pek uzun ömürlü olmayan “Bomba” adlı haftalık bir mizah gazetesi de çıkarmıştık.

1956’da liseyi (dört yıllık) bitirdim. O yıl İstanbul Üniversitesi İktisadi fakültesine girdim. Ve aynı üniversitenin Talebe Birliğine bağlı Gençlik Tiyatrosuna katıldım. Daha sonraki yıllarda, bu amatör tiyatroda yönetici oldum, yönetmenlik yaptım; toplulukla birlikte, yurt içinde ve dışında turnelere katıldım.

1960’da perdelik ilk oyunumu, Dışarıda Yağmur Var’ı yazdım; gençlik Tiyatrosunda sahneye koydum. 1961 Şubatında yüksek öğrenimimi tamamladım. Aynı yıl yazdığım bir film senaryosu Merkez Film Kontrolü Komisyonunca (resmi sansür kurulu) sakıncalı bulundu, onaylanmadı. Bu çalışmanın getirdiği rastlantısallıkla, sinemada, tek filmlik bir yapımcı serüveni yaşadım.

Nisan 1962-Mart 1964 arasında yedek subaylığımı yaptım.

1964, Cahit Atay’ın Sultan Selim adlı oyununa bağlı bir dramaturji çalışması niteliğini taşıyan ve o tarihte İzmit’te, Good Year lastik fabrikasındaki grevi içeren, Kondulu Hayriye adlı ön oyunum, İzmit Şehir Tiyatrosunda, seyirci önüne çıkarılma aşamasındayken, valilikçe yasaklandı.

1965–1966 yıllarında, Türkiye Milli Talebe Federasyonunca düzenlenen, Uluslararası Kültür Şenliklerini yönettim. Bu arada (1965) program yazarı olarak Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na girdim. 1981’e kadar hizmet gördüğüm bu kurumda, çeşitli programlara yapımcı imzası attım, yönetici sorumluluğu üstlendim, İzmir, Ankara, radyolarında program, İstanbul Radyosunda, Kültür, Eğitim müdürlükleri yaptım. Yasal dayanağını 1961 Anayasasından alan özerklik ve çağdaş bir yayın düzeni için çaba harcadım.

1969, Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası adlı “seyirlik komedya”yı yazdım.

1970’de Cumhuriyet gazetesinin açtığı, Ulusal Kurtuluş Konulu film senaryosu yarışmasında, İkinci Hedef adlı senaryomla Yunus Nadi ödülünü kazandım. (Bu ödül, Güngör Dilmen’in Anzevur adlı senaryosuyla paylaşılarak alınmıştır.)

1970 Semihe Buhara ile evlendim.

1970, Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası, TRT’nin açtığı yarışmada, jüri tarafından övgüye değer bulundu. Bu oyun, ertesi yıl, (1971) Ankara Sanat Tiyatrosunda, Ergin Orbey ‘in yönetiminde sahnelendi. Sıkıyönetimce yasaklandı. Ankara Sanatseverler Derneği ise, oyunu (Mikadonun Çöpleri) ile birlikte yılın en iyi oyunu seçerek (beni Melih Cevdet Anday’la ortaklaşa) ödüllendirdi. Aynı oyun 1974-75 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosunda da Başar Sabuncu yönetiminde sahnelenmiş, bir yıl süreyle afişte kalmıştır.

1972,1973 kabare türünde skeçler yazdım.

1974-1976 “seyirlik tragedya”: Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’ni yazdım.

1977, Bir ortaoyunu denemesi: Rumuz Goncagül’ü yazdım.

1978, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Devlet Tiyatrosunda Can Gürzap yönetiminde sahnelendi. Türk Dil Kurumu ve Avni Dilligil (yılın en iyi oyun yazarı) ödüllerini kazandı.

1978, televizyon için, At Gözlüğü adlı film senaryosunun yazdım bu senaryodan Yusuf Kurçenli yönetiminde çekilerek ekrana getirilen film, kamuoyunda geniş bir tartışma açtı. Kurçenli’nin filmi, TRT Muhabirleri Derneğince, yılın en başarılı yerli yapımı seçilerek ödüllendirildi.

1978–1979 yıllarında, Server Tanilli’nin yaşamından yola çıkarak, yakın geçmişin yaşanılmış olaylarını irdeleyen, Geçit adını verdiğim oyunumu yazdım. (Siyasal koşullar nedeniyle oynanmamaktadır.)

1981, Rumuz Goncagül, Rutkay Aziz yönetiminde, Ankara Sanat Tiyatrosunda sahnelendi. Sanat Kurumunca (Ankara Sanatseverler Derneği), yılın en iyi oyunu seçilerek ödüllendirildi.

1981, TRT’den uzaklaştırıldım. Devlet hizmetinden istifa ettim.

1982; Babalar adlı kabare oyununu yazdım.

Murat ve Zeynep adlarına iki çocuğum vardır.”72

Oktay Arayıcı’nın oyunlarında, adı üstünde Anatomik, Toplumsal çözümlemeler yatar. Küçük burjuva eleştirisinden, törelere, aydınlanmaya atılan kurşundan ve bunun köleliğinden bahseden gerçekçi bir eleştiri incelemelerinde bizlere gösterilir. Oktay Arayıcı için hazırlanan çalışmada onun için yazan Cengiz Gündoğdu şöyle der:

“…Oktay Arayıcı tarihsiz oyun yazmadı. O maddeci açıdan baktı topluma. Toplumun, insanın, değerlerin akıp gittiğini gördü. Tarih içinde değişimi kavradı. Oktay Arayıcı’nın oyunları öylesine sağlam bir temel üzerine yükselir. Yükselmek nedir? Onun oyunlarında insan, birçok şeyin, nasıl bu duruma geldiğini anlar. Korkulan şeyin nasıl değiştirileceğini kavrar.”73

Oktay Arayıcı oyunlarında yaptığı eleştirel incelemeyi çağdaş değerlere dayandırır. Toplumsal yapılardaki geriliği yapıların nedenlerini kavratarak ve onu değiştirmeye çalışarak gösterir. Bu da çağının değerli yazarlarından olduğu gerçeğini gözler önüne serer.

Göstermeci biçimde oyunlar yazan Arayıcı’daki gerçeklik, yaşayan sorunlara eğilmesi ile ilgilidir. Geleneksel kaynaklardan yararlanırken ki bu özellikler “gelenekselden geleceğe Türk tiyatrosunun oluşturulmaya çalışılması” olarak tabir edilebilir. Günün sorunlarıyla ilgilenmesiyle gerçeklik olgusu öne çıkar.

Zeynep Oral, Arayıcı’nın ölümünden sonra yazdığı yazıda oyunlarından ortak özellikleri anlatırken şöyle demektedir;

“… Oyun kişilerinin yanlışlarıyla doğrularıyla, insancıl boyutlarda ele alınmaları. Bu oyun kişileri ister eşkıya, ister komiser ya da devlet görevlisi olsun, “iyi”ler ve “kötü”ler hiç olmadı Oktay Arayıcı’nın oyunlarında. Yanlışları-doğruları, güzellikleri-çirkinlikleri, akılcılıkları-aptallıkları, iyilikleri- kötülükleriyle onun kişilerine güleriz, ağlarız, onları haklı ya da haksız buluruz ya da oyun boyunca bu oyun kişilerinin gerçekliğine inanır, yanlışlarının nedenlerini irdelemekten, bir an olsun geri kalmayız.”74

Toplumcu bakış açısının çerçevesinde, göstermeci üslubun öne çıktığı, güncel ve politik olana ilgi duyan yazar olarak Oktay Arayıcı; Geleneksel Türk Tiyatrosunun öz-biçim özellikleriyle, Brecht’in Epik

Diyalektik tiyatrosunun çizgilerinden yararlanarak “ULUSAL TÜRK TİYATROSU”nu oluşturma çabası içinde olmuştur. Bu elbette bir yazarın tek başına başarabileceği bir süreç değildir. Dönemin önemli yazarları değerlendirildiğinde (ki bu çalışmada üç yazar daha bulunmaktadır) böyle bir çalışmaya giriş süreci başlamış ama birçok nedenle arkasını gelmemiş olduğu görülür. İsmet Küntay’ın episodik oyun yapıları, Haldun Taner, Sermet Çağan ve Vasıf Öngören’in açık biçiminden yararlanan oyunları döneme damgasını vurmuş olsa da bu oluşamamıştır. Yine de umutlu olmayı seçmiştir diyor Hülya Nutku, Gösteri Dergisi’nden yaptığı alıntıda yazarın yazdığı cümleleri aktarırken:

“…halk kaynağının içinden oluşup gelen, bize özgü olanla yoğunlaşıp betimlenen ışıltı yapıtlara, bilinçli denemelere, ulusal tiyatromuza giden yolun trafik işaretlerine de rastlıyoruz. Bunların ulusal kişilik ve kimlikli bütünü yaratabilmesi zaman içinde olacaktır. O zaman da çok uzakta görünmüyor bana…”75

Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda (TMTF) görev alan Arayıcı’ya şenlik başkanlığı yaptığı dönemde amaçlarını sorduklarında verdiği yanıt evrensel dünyaya, gençliğe, insani değerlere bağlılığının bir simgesi olarak akıllara kazınmalıdır.

“Şenliğimizin amacı, ırk, ulus ve blok ayrımı yapmasızın bütün ülkelerin gençlerini fikir ve sanat akımlarının içinde bir araya getirerek uluslararası ilişkilerin geliştirilmesine ve uluslararası dünya anlayışına yardımcı olmaktır.”76

Dünya barışına yönelik düşünceleri takdire şayan dahi olsa var olan iktidarlarla pek barışık yaşamaz Oktay Arayıcı: 1954’te çıkardıkları “Bomba” isimli mizahi dergi kapatılır ve 6 ay hapis cezasına çarptırılır. Neyse ki ceza tecil edilir! 1959 ylında yazdığı film senaryosu sansür engeline takılır! TMTF’de tüm başarılarına karşı görevden alınır! Cahit Atay’ın Sultan Gelin oyununa öndeyiş ve sondeyiş yazmıştır(Kondulu Hayriye), Ancak İzmit Belediye Tiyatrosu’nda sahnelenecek oyun seyirci karşısına çıkmadan yasaklanır! 1971–72 sezonunda AST’ta sahnelenen ve Ankara Sanat Severler Derneği’nin Yılın Ödülü’nü verdiği Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası oyunu sıkıyönetim tarafından yasaklanır.

1981 yılında Oktay Arayıcı ve 101 arkadaşı TRT’den uzaklaştırılır. Kendisine zorunlu olarak verilen görevden istifa eder. Tüm bu olumsuz durumlara rağmen çizgisinde asla vazgeçmez Oktay Arayıcı. Zorluklarla yaşamayı da bilir, üstüne gitmeyi de. Cengiz Gündoğdu ölümünden sonra yazdığı yazıda Arayıcı’nın Günay Akarsu için söylediklerini bu kez o ona söyler:

“Sen bir tiyatro adamıydın. Para için düşüncelerini satmadın. Eğilmedin. Bükülmedin. Güle güle Oktay Arayıcı.”77

 

SEFERİ RAMAZAN BEY’İN NAFİLE DÜNYASI

SEFERİ RAMAZAN BEYİN NAFİLE DÜNYASI🎭 ( blm1 5 kısım) – YouTubeay Arayıcı’nın 1969 yılında yazdığı ve birçok tiyatro tarafından NAFİLE DÜNYA ismiyle oynanan oyun dönemin en önemli oyunlarından biridir. Oyundaki olaylar ve durumlar Komiser Ramazan’ın çevresinde gelişirken, yazar ülkenin içinde bulunduğu toplumsal, siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlara eğilir. Yazarın “Seyirlik

Komedya” dediği eserin ilk sahnelenişindeki etki de dönem düşünüldüğünde ehemmiyet kazanmaktadır.

1971’de Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenen Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası metnin ve ilk sahneleniş biçiminin pek çok özelliği nedeniyle 70’li yılların en önemli sanat olaylarından biri olarak tiyatro tarihimize geçmiştir.

“Nafile Dünya, 12 Mart döneminin baskı ortamında, sıkıyönetim Kumandanlıkları’nca Ankara ve İzmir’de yasaklandıktan sonra Ankara Sanatseverler Derneği tarafından yılın oyunu seçildi.”78

Ramazan Bey kendi değerleri içinde “iyi” olan biridir. Ona öğretilen değerlere sıkı sıkıya bağlıdır. Dış dünyadaki olup bitenle ilgilenmez pek. O inandığı iyi değerlere bakar. Bu değerleri sorgulamak gibi bir özelliği olmadığı gibi bu değerleri değişen toplumsal süreç içinde evriyemediği için zaman zaman trajikomik bir hale bile dönüşebilecektir.

“Oyunun kahramanı Ramazan “iyi”nin tohumunu taşıyan, ama bu tohumu “doğruya” yeşertmeyen, bunun içinde, kendi tavrı içinde traji-komik olan bir kişiliktir.”79

Yazar, Komiser Ramazan tipini çizerken; sayıları git gide azalan kelaynaklar misali aslında korunması ve yaşayan dünya ile bütünleştirilmesi gereken bu olumlu değer yargıları yoğunlukta tipin, nasıl da gözler önünde ve bile isteye yok edildiğini bizlere anlatır. İnandığı adalet sistemindeki çöküş, Cumhuriyetin hiç de imtiyazsız ve sınıfsız bir rejim olmadığı, doğruluğun faziletten artık sayılmadığı bir dünyada, Ramazan’ın bedensel ölümü dışında, paranın iktidarın da değerlerinin ölümü seyirciye-okuyucuya nükteli ama acı dolu bir dille anlatılır.

Oyunda sahne işçisinin getirdiği ve Ramazan’ın her yere seferi olarak götürdüğü mukavva levhalar vardır. Üstlerinde “Adalet mülkün temelidir.”, “cumhuriyet imtiyazsız ve sınıfsız bir rejimdir”, “Doğruluk büyük fazilettir” yazılıdır. Oyunun sonunda yine sahne işçisi tarafından hepsi kaldırılır. Vücuden ölen Ramazan’dır. Ancak yazar ironik bir dille, Ramazan üzerinden, ölen değerleri bize gösterir. Mizahı yaşanan süreçler içinde dramatik toplumsal hayatın içine yayan yazar, gülerken ağlatan Nafile Dünya ile seyircisini sorgulatmaya çalışmaktadır.

“para”nın tüm değerleri çiğneyerek ön düzeye çıktığı gelişmişlik ortamında, görev sorumluluğu, namus, doğruluk gibi değerlere ölesiye bağlı, bu değerleri savunan davranışlarıyla çeşitli kesimlerden kişilerin çıkarlarıyla çatışan, kahramanlığın artık geçerli olmadığı bir dünyada “Kahraman” olmaya çalışmadığı için yenik düşen, benimsediği ilkelerin tümüyle çatışan düzenin gerçeklerini kavrayamadığı için de neden yenik düştüğünü bir türlü anlayamayan gülünç sevilesi bir küçük adam.”80

Ramazan Komiser “idealist” kimliğiyle yolsuzluğa, rüşvete, adam kayırmaya karşı duruşuyla romantik bir tiptir. Romantik, saf ve eskide kalmış diye düşünürsek, Cervantes’in Mançalı Don Kihotesini aklımıza getirir hemen. Çevresini göremeyen, olayları çözemeyen ama değerleri uğruna hayatını veren, yel değirmenleriyle dövüşen…

Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası Oyununun Konu Ve Olaylar Dizisi

Tüm oyun kişilerinin katılımıyla sahne “curcuna”yla dolar. Baş komiser Ramazan’ın hikâyesinde farklı tiplerle karşımıza çıkan Ali (Cemali-Abdulcemali) oyunun kahramanı komiser Ramazan’ı bize tanıtır.

Ramazan Bey yurdun çeşitli yerlerine durmadan sürgün edilen özel bir şahsiyettir. Bu tayin-sürgünler onun durmadan sefere çıkmasını gerektirir ki bu da onun “seferi” olarak anılmasına yol açmaktadır. İnandığı değerler uğruna gösterdiği eylemlilikler onun görev anlayışını oluşturur. Bu, yeni dünya düzeninde taraf bulacak bir şey değildir. “Kalkanı doğruluk, kılıcı ahlak, zırhı kanun” 81 olan Ramazan seferden sefere çıkar! Anlatıldığı üzere kumarhane bastığı için Ağrı’ya, Toprak Ağalarıyla mücadele ettiğinden İzmir’e sürülen Ramazan, oyunun başındaki ilk öyküde gümrük kaçakçılığını önlemeye kalktığı için, (kaçıranın mebus olduğu göndermesi vardır) İstanbul Cihangir’e sürülür. Cihangir’de Randevu evine baskın verip buradan geçinenlerden tepkiyi görünce, saflığıyla başına buyruk işler de yapınca, kendini Karkamış’ta bulur. Bu Ramazan’ın son gönderildiği yerdir. İstanbul’da ondan kurtulmak için görev aşkını kullanan üstleri onu kaçakçılığı önlemesi bahanesiyle Karkamış’a yollarlar. Sınır kaçakçılarının rüşvetini kabul etmeyen ve onların izini takip eden komiserimiz tehditlere aldırmaz ve bıçaklanarak öldürülür. Dürüst, ilkeli, öngörüsüz komiserin “Nafile Dünya”sı sona erer. Sevgi, aşk gibi insani değerlere bile, sapmak ve yanlış anlaşılmak düşüncesiyle yüz çeviren Ramazan’ın belki de insani ilişki kurabileceği İnsaf ve Gülsünle de, gerçi İnsaf’ın kızı Ramazan’a baş-göz etme çabaları biraz çıkar ilişkisine dayansa da, yolları son sürgünle kesişmez. (İnsaf ve Gülsün’ü “Rumuz Goncagül” oyununda da görmekteyiz.)

Komiser Ramazan Bey’in Nafile Dünyası oyununda bozuk düzen-bozuk devlet sisteminin eleştirisini görürüz. Devlet ve insanlarla olan İlişkisinde yaşadıkları, komik öğelerin ve geleneksel kaynakların kullanımıyla bizlere aktarılır.

“Nafile Dünya; Ramazan’ın bozuk düzene, aymazlık boyutunda sağlam çark takmaya kalkışması ekseninde bütün bir toplumun görünümünde sunulduğu için, mahalle düzleminde bir toplum portresini bu renkleriyle yansıtan geleneksel Meddah, Karagöz ve Ortaoyunuyla benzeşmektedir.”82

Oyunda on dokuz sahne vardır. Geleneksel tiyatromuzun gevşek dokulu-bölünmüş yapısı yazarın “seyirlik” betimlemesini doğrular niteliktedir. Ortaoyunundaki curcuna yapısının oyunun girişinde bulunması, oyunun anlatıcısı ve durmadan rol değişimiyle bizlere seslenen ve böylelikle meddahı bize anımsatan Ali, aksiyon birliğinin olmaması, dilde geleneksele özgü teknik ve anlatım yöntemlerinin kullanılması gibi yazarın bize getirdiği yaklaşımlar, yeni bir dil ve modern tiyatroya ulaşma isteğindeki yazarın tiyatral-biçimsel tavrını bize gösterir. Çağdaş tiyatromuzun kurulmasına geleneksel kaynakları önemseyerek ulaşma çabası içindedir Arayıcı.

“Bu oyunun üçüncü önemli yanı, geleneksel tiyatronun özelliklerinin yeni ve çağdaş bir anlayışla biçime oturtulmuş olmasıdır. Arayıcı, geleneksel tiyatronun çoğu zaman biçimsel ve yüzeyde alınışından kurtulmuş ve bu tiyatronun asıl uygulanması gereken tavır, tekerleme, yabancılaştırma, soyutlama vb. gibi, estetik olanaklarından yararlanmış. (…) Çağdaş anlayış içerisinde, geleneksel özelliklere yeni bir boyut getirmiştir.” 83

 

BİR ÖLÜMÜN TOPLUMSAL ANATOMİSİ

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Oktay Arayıcı – Pera Mezat

Oktay Arayıcı 1969 yılından sonra (Nafile Dünyanın yazımı) 1974–1977 yılları arasında üstünde çalıştığı Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi isimli oyunu yazar. Oyun 1979 Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü’nü kazanır. Nafile Dünya oyununu “seyirlik komedi” olarak değerlendiren yazar, bu oyununu da “seyirlik tragedya” olarak betimler. Ayşegül Yüksel oyunu değerlendirirken neden “seyirlik tragedya” dendiğinde yazarın şu açıklamayı yaptığını yazar:

“Seyirlik genel olarak kırsal kesimin gülünçlü oyunlarının adıdır. ″Komik″ ağırlıktadır seyirlikte. Ancak, bu biçim oyunlar arasında ″taziye″ gibi dramatik içerikli olanı da var. Taziye biçimsel yönden enikonu ″açık″ ve ″göstermeci″. Üstelik doğulu bir oyun geleneği: Toplumumuza, insanımıza yakın. O nedenle ve izleyiciyle iletişimi sağlamak açısından, oyunun trajik özünü, biçimsel açıdan seyirliğe yaslamayı denedim.” 84

1961 Anayasasının hazırlandığı süreçte geçen oyun öyküsünde, olası toprak reformunun ağalık sistemi üzerinde yarattığı tedirginlik ve panik ortamında işlenen bir cinayet anlatılmaktadır. İntihar süsü verilerek kapatılmış olayı yıllar sonra tekrar açarak araştıran üç araştırmacının, olayı yaşayan kişilerle konuşmaları oyunun birinci boyutunu; bu kişilerin (gerçek kişiler) dönemde yaptığı konuşmaların ses alıcısından verilmesi ikinci boyutunu ve oyuncuların bu kişileri canlandırmaları da oyunun üçüncü boyutunu oluşturur. Episodik geçişlerle oluşturulan oyunda göstermeci bir yaklaşım tercih edilmiştir. Köydeki sömürü düzenini sorgulayan Haydar’ın toprak ağası tarafından köylüleri uyandırmaması için öldürülmesi ve böylelikle sınıflar arası kavganın feodal yaşantıdaki süreci yazar tarafından vurgulanır.

“Oyun, köydeki sömürü düzeninin kendi çıkarına aykırı düşen insanları hiç acımadan yok edebileceği gerçeği üzerine kurulmuştur. Oyunda, geçmişte işlenen ve intihar olarak üstü kapatılan bir siyasal cinayet açığa çıkartılarak; bu cinayeti işleten sömürücü ve buyurgan düzenin temsilcilerini sorgulanmaktadır. Arayıcı, bu oyununda bir siyasal cinayet ekseninde; toprak ağalığından şeyhlik düzenine, evlilik kurumundan hukukun işleyişine ve adalet duygusunun zedelenmesine değin köyde yaşanan tüm çarpıklıkları geniş bir yelpaze içinde irdelemektedir.85

“Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” geri dönüşlerle oluşturulmuş, episodlar arası bağlarda diyalektik bir birlik bulunduran, bu anlamda uzam birliğinden çok süreklilik arz eden, izleyiciyi değerlendirici-yön gösterici konuma sürükleyen bir oyundur. Tarihsizlik egemen değildir oyunda. Anadolu’da yaşanan toprak davası, kan davası, olumsuz görenekler, din istismarı gibi halen devam ettiğini gördüğümüz bir süreci karşımıza getirir. Bizden olanı bize anlatır Oktay Arayıcı. Devletin tutumuna eleştirel gözle bakan yazar büyük umutları besleyen 1961 Anayasasının da sorunların çözümlerine açılım sağlayamadığını vurgular.

Arayıcı’nın bu oyununu aşiret düzeni, kan davası ve toprak davası gibi birbiriyle sıkı nedensellik bağı bulunan üç ayrı perspektiften incelemek mümkündür. Devletin bunlar karşısında takındığı tavır, oyunda da bir örneğini gördüğümüz üzere, daha çok yüzeysel ve geçici sayılabilecek çözümlere yönelmek olmuştur. Ağır cezalar, hatta ölüm cezaları koymak ya da yerel yönetimin baskısıyla geçici barışlar temin etmek kan davasının asıl nedeni olan cehalet ve daha da önemlisi toprak sorunu çözülmeden bu türden anlaşmazlıklara son vermeyecektir. İşte oyunun tartışması da burada belirginleşmektedir. 61 Anayasası daha önceki anayasalarda bahsi geçen Toprak Reformu’nu gerçekleştirmeyi vaat etmiş, ancak yerleşik düzeni ne toprak ağaları ne de işveren açısından değiştirememiştir. O yıllarda esen demokratikleşme rüzgârının, umutlarının sembolü olarak oyunda varlık bulan Haydar bu hayal kırıklığını şöyle dillendirmektedir:

“HAYDAR – (…) Hani anayasa gelecekti de gidiş düzelecekti? Yoksul belini doğrultacaktı? İsmet Paşa aralarında kan olan Celal Bayar’ı vurdu indirdi. Sazı onlar çalacak şimdi. Ama gene eski düzeninde. Tellerini değiştirecekler o kadar” diyor Reşit Efendi dedim.”86

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi oyununa damgasını vuran temel olarak yazarın dünya görüşüdür. Sömürüye karşı, özgürlükçü ve eşitlikçi yazar; demokratik gelişimlerin önünün çıkar çevreleri ve onların güdümündeki yöneticiler tarafından kesildiğinin altını çizer. Köyde ya da şehirde her iki örgütlenmenin karşısında olanlar oyunda Haydar’ın da karşısında olmuşlardır. Çünkü Haydar bilinçlenmeye çalışan, okuyan, araştıran, şüphe eden ve sorgulayan kişi konumundadır. Dönemde “ilerici” olarak adlandırılan özellikler gösterenlerin çeşitli nedenlerle elemine edilmesine karşı yazar bu oyunu oluşturmuştur.

“(…) Yeryüzü yuvarlağı, uzak ve yakın geçmişlerde kendine yabancılaştırılmış kitlelerin, azgın, buyurgan ve bunların doğal sonucu olarak da saldırgan yönetimler elinde sürüklendiği savaşları, yıkımları, acıları yaşadı. Milyonlarca insanın yitirilişine tanık oldu. Bugünde dünyanın bir çok ülkesinde insanı, paraya dayalı kendi sınıfsal egemenlikleri için araç olarak gören apaçık buyurgan ya da özgür görünümlü sömürü düzenleri, kitleleri, halkları balıkçının ağında bir araya gelen balıklar gibi ‹birlik› içinde tutmak isteyen kara ve karanlık yönetimler ya da yönetim eğilimleri ve kalkışmaları var. ″Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi″ bu kara, karanlık, buyurgan sömürü düzenine karşı çıkan bir düşünceyle kaleme alınmıştır. İnsanı amaç bilen onu her yönden daha tok, daha özgür, daha mutlu yaşama hakkını, uğraşımını ve savaşımını yüceltmem isteyen bir inancın ürünüdür.” 87

“Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Haydar’ın koçaklamasıyla başlayan oyun 2 bölüm 27 sahneden oluşur. Sunuşta oyunun yöntemi de anlaşılır.

Oyunun girişinde öğreniriz Haydar’ın öldürüldüğünü.. Artık plan araştırıcıların konuşmalarıyla, gerçek kişilerin dinlenmesiyle, oyun kişilerinin bir nevi sorgulanmasıyla ve oyunların episodik olarak oynanmasıyla oluşur.

1961 Anayasasının ardından feodal yapıya sahip iki aşiretin (Günyalı ve Yemloğlu) kan davasının göstermelik karışıklığıyla oyun başlar. Bu sürece Haydar dâhil olmaz… Kan davasının bitişinin pekiştirilmesi için her aileden birkaç kız diğer aileye gelin gider. Haydar’ın sütkardeşi Selvihan’ın çocuğu olmamaktadır. İlkinde çocuğu düşürdüğünden ikincisinde gebe olduğunu söyleyemez. Çıkarcı bir şeyhin fetvası yine belirli numaralarla alınır ve Selvihan’ı dinen kocası boşar. Selvihan evinde aradığını bulamayınca sütannesinin yanında kalmaya başlar. Bu süreçte Haydar’la ilişkisi olduğu söylentisi ortaya atılır. Bu hurafe nedeniyle ve babasının emriyle Haydar öldürülür. Ve süreç köylüye böyle gösterilir. Onun kendini astığı süsü de elbette ihmal edilmez. Aslında işin alt metninde yatan, Haydar’ın temel toplumsal çelişkiyi görmesi ve ağaya karşılığını belirtmesiyle olur. Köyden ayrıldıktan sonra yolladığı ve orada da emekçi kesimlerin örgütlenmesi üzerine yaptığı çalışmaları anlatan mektupları illegal olarak ağa ve avukatlar tarafından okunur ve bahane uydurularak Haydar köye çağrılır. Köye girişte boğularak öldürülür ve asılır.

Köylüye toprak dağıtılması sürecinin konuşulduğu o günlerde toprak ağalarının gerginliği, kendi işlerini kendi yöntemleriyle ve istekleri doğrultusunda halledip, iktidarlarını perçinleyerek devam etme arzularıyla gelişip, Haydar’ın maddi varlık olarak ortadan kaldırılması nedenlerinin sonuca dayandırılması süreci episodlarla anlatılır.

Oyunun sonunda Araştırıcıların köyden okumuş insanlar, 2. araştırıcının da Selvihan’ın Haydar adını verdiği oğlu olduğu ortaya çıkar. Haydar’ın koçaklamasında verilen “insan olma onuru, özgürlük ve barış içinde, tok ve mutlu yaşam” isteği oyunun genel ana düşüncesini oluşturmaktadır.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi oyununda topraksız köylü-toprak ağası yeni bir sınıf çatışması süreci vardır. Burada Devletin yeri tartışıla- gelen bir sürece tekabül eder. Kan davası, şeyhlik, güncel politika, olumsuz ananeler, gibi konular ise yan düşünceler olarak karşımıza çıkar.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi açık biçim özelliklerini taşıyan bir oyundur. Episodlar kendi içinde tamamlanmış, süreklilik arz eden ama zaman ve uzam bağlamında geliş gidişli bir yapıya sahiptir.

Oyunun kurgusu geçmiş, gelecek, şimdi zaman boyutlarını kapsar. Olay geçmişten alınmıştır. Oynandığı zaman ise gelecektir. Ancak tiyatronun oluşturuluş zamanı şimdidir. Oyunda belirtildiği gibi günümüzdür.

“4. oyuncu – Olayımız, konumuz geçmişte ama oyunumuz gelecekte geçiyor.

  1. oyuncu – Yani bir ayağımızla geçmişte, bir ayağımızla gelecekteyiz.

6.oyuncu – İzlendikçe görüleceği gibi her ikisiyle birlikte günümüzdeyiz – hem de.”88

Bu yazarın gelenekten aldığı dersler ve yaşayan sorunları tiyatroya getirmesinin önemli ve anlamlı bir öğesidir. Oyun İçimizdendir. Yaşanılan gerçekliktedir. Topluma bir gösterme çabasıdır. Değiştirip dönüştüreceklere sordurtacağı soruları vardır Oktay Arayıcının.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde sunuş bölümü meddahların “öndeyişi” gibidir. Birinci sahnedeki oyunun konusu için yapılan serim, kişilerin tanıtımı, ekonomik ve sosyal sürecin açımlanması anlamlarında “söyleşmeye” benzemektedir. Ayrıca oyunlarda birazda zorlarsak Dramatik Köy Oyunlarındaki yönetici, ak ve kara öğelerini görebiliriz. Yönetici: Araştırıcılar; ak: Haydar, Selvihan; kara: Zalha, Abdulgani.

Oyunda yazarın isteğiyle ağız kullanmazlar. Bu yerelden evrensele ulaşma isteğinin bir ürünüdür. Yansılama üzerine kurulmuş, şarkı ve danslarla bezenmiş Oktay Arayıcı’nın bu oyunu hem biçim özellikleri hem de özündeki insani duruşuyla halen farklı uygulamalarla da olsa devam eden sorunlara parmak basmaya devam etmektedir.

 

RUMUZ GONCAGÜL

Rumuz Goncagül – Ankara Devlet Tiyatrosu – YouTube

1977 yılında yazılan“Rumuz Goncagül, evlilik kurumuna toplumumuzun bakışını, küçük burjuva eksenli bir aile kurgusu içinde değerlendirir. İki insanın aşk, sevgi, saygı, dürüstlük, birliktelik vb. duygu ve düşünceleriyle oluşması özlenen ve beklenen evliliğin; ekonomik menfaatler, toplum baskısı, cinsel arzuların yaşanamaması vb. gibi dış etmenlerle kurulması ve belirli durumlarda bunun zorunluluğu oyunun komik ve üzünç yanlarını oluşturarak gözler önüne serer.

Yaşanan olayları oyunlarının eksenine alan yazarın, bu oyunda da gazete yoluyla evlenmeye çalışan insanları görmesi ve eğlenceli bir üslupla bu toplumsal yaraya parmak basması oyunun gücünü oluşturur.

“Arayıcı, oyununu kadın-erkek ilişkilerinin törel, ekonomik ve toplumsal etkenlere sıkı sıkıya bağlı olduğu toplumlarda evlilikten beklenenler üstüne kurmuştur. Sürekli bir sevgi ortamında yaşanacak mutlu bir birliktelik kuşkusuz kadının da erkeğin de düşlerini süsler. Ancak, çeşitli ekonomik ve toplumsal gereksinmeler çoğunlukla ön düzeydedir. Kadın, başı bağlansın, eve para getirecek, onu gezmeye götürecek biri olsun, erkek ise evinin işini görecek, çocuklarına ana olacak, gece yatağını ısıtacak, getireceği çeyizle geçim sıkıntısını hafifletecek biri olsun diye ister evlenmeyi. Kadın ve erkek bu temel tavır içinde, ya karşılıklı anlaşarak, ya görücü yöntemiyle ya da gazetelerin Gönül Postası” köşelerine başvurarak evlenmeye girişirler.”89

Bu oyunun en önemli özelliklerinden bir tanesi de, yaşayan gerçeklere önem veren yazarın, fiili bir denemeye başvurması ve gazeteye ilan vermesiyle olur. Böyle bir çağrıya gelen ″yaşayan mektuplar″ bu oyunun yazılmasında önemli bir yere sahip olmuş ve yaşam-oyun birlikteliğinde de özel bir konum oluşturmuştur.

Mektuplarda söylenen küçük ya da büyük yalanlar her ne kadar ilanı veren tarafından bir dereceye kadar absorbe edilebiliyor da olsa, gerçekle yapılan yüzleşmede enteresan, komik, saçma, sıkıcı, abartılı vb. birçok durum ve duygu ortaya çıkarken verilecek tepkilerde değişecektir. Sahnede yüz yüze gelince ortaya çıkan olaylar, öyküler, durumlar oyuna canlı bir hava katacak ama aynı zamanda insani olmayan sürecin farklı boyutlarının da bir bir ortaya çıkmasına neden olacaktır.

“ (…) Arayıcı, gündemdeki toplumsal olgunun en ekonomik anlatımını, bir gazeteye Goncagül rumuzuyla gönderilen evlenme çağrısına (Yazar bu çağrıyı gerçekten de yapmıştır) yanıt olarak gelen mektuplarda ustaca yakalamıştır. Oyunun devinimini, mektuplardaki tümcelerden alınan ipuçlarından yola çıkılıp, mektup yazarlarının-mektuplarda bir ölçüde gizlenen-temel tavırlarının, bu kişilerin canlı olarak sahneye çıkarılarak belirlenmesi süreci oluşturur.”90

Oktay Arayıcı Rumuz Goncagül isimli oyunuyla 1981–82 Sanat Kurumu En Başarılı Yazar Ödülü’nü kazanır. Kadının toplumdaki yerinin tartışıldığı bu oyunun iki başkahramanı ″İnsaf Hanım ve Gülsün″ yazarın Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası isimli oyununda da tip olarak bulunmaktadırlar.

Ayşegül Yüksel’in yorumunda belirttiği gibi “Sanki bir önceki oyundaki ikincil kişiliklerine isyan ederek bir başka oyunun temel kişileri olma hakkını elde etmişlerdir yazarda…”91

Oyunda Gülsün tipine aranmakta olan müstakbel eşin, anı zamanda ekonomik ve sosyal olarak anne İnsaf’ın da kurtuluşu diye değerlendirilmesi gerekir. Damat geline kocalık, evin bütününe de erkeklik yapacaktır. Yalnız yaşayan iki kadının dış dünyayla ilişkisindeki sorunların bir kısmı da çözülecektir böylelikle. Yaşanan hayatı iyi tahlil eden İnsaf’ın öngörüsüdür aynı zamanda bu. Ezilen, horlanan, aşağılanan, erkeksizse önyargılı davranılan; nihai tahlilde Anadolu topraklarında farklı bir yere ve statüye konulan ve ayrımcılığı tüm boyutlarıyla yaşayan kadın olgusuna bakışıyla dönem içinde özel bir yere sahiptir Oktay Arayıcı. Ama tartışma götürürde olsa ″insan″ gerçeğini tercih ettiği de yapıtlarından anlaşılmaktadır. Yine de önemli ve anlamlıdır ″goncagüllerin″20. yüzyılda da varlıklarını sürdürmesi ve çektikleri sıkıntılar.

“Kadın gerçeğini görmek, ″görmeyi istemek″ en çok da bir erkek için zordur. Oktay Arayıcı bu gerçeği görmüş ki, yarattığı kadın tiplerine hayat verebilmiştir.”92

Tüm bu kadın-erkek ilişkileri, evlilik kurumundaki sorunlar vb.nin dışında oyunda, dış dünyadaki toplumsal kargaşa, işsizlik, kısa yoldan zengin olma hayalleri gibi ekonomik dengelere bağımlı, dönemin kültürel yapısını gösteren, yozlaşmanın tüm insani ilişkilere sirayet ettiği bir süreci göstermesi bakımından da önemli ve anlamlı bir oyundur Rumuz Goncagül.

Rumuz Goncagül Oyununun Konu ve Olaylar Dizisi

Annesinin de düşünceleriyle Gülsün, ″Goncagül″ rumuzu ile gazeteye bir evlilik ilanı vermiştir. Yanıtlar beklenenden fazla olmuş ve iki yüz altmış bir geri bildirim alınmıştır. Artık seçim yapmak gerekmektedir. Anne İnsaf ekonomik sıkıntıların da çözümü olarak kızının bir an önce evlenmesini istemektedir. Evin bir odasını kiraya verdikleri Kâtip Sıtkı’ya, biraz da ilişkiyi geliştirmek amacıyla, başvururlar ve seçim konusunda yardım isterler. Sıtkı bir mektup seçer ama o ″Goncagül″ rumuzunun Gülsün olduğunu bilmeden, kendinin yolladığı mektuptur. Ancak bir ″kâtip″in ev geçindireceği düşünülmediği için diğer adaylarla tek tek görüşülür. Kendine baktırmayı isteyen Halet Rezaki, Köşeyi dönmek isteyen Dursun Ali, Aslında Kadın Satıcısı olan ve arkadaşları Ayşen’in teşhis ettiği Refik Mayısoğlu ve Nikâh Memuru Müfit Mürted. Müfit Mürted Goncagül yerine yaşına uygun İnsaf’a talip olur bu arada. Tüm adaylar toplanırlar. Kiracı ve Goncagül taliplisi Sıtkı ″erkek″ olarak adayları sınayacaktır ama üzüntüsünden odaya kapanıp içki içer ve sarhoş olur. Tüm adayların foyaları bir bir ortaya çıkar. Ayşen’in yardımı ve önerisiyle Gülsün Sıtkı ile İnsaf ise Müfit beyle evlenme kararı alır. Evde bir anda çifte nikâh olmuştur. Ancak ev sahibi Nasuhi gelir ve üç aylık birikmiş kirayı ister. Kiranın dışında bir de haber vermektedir. Ev satılıyordur. Banka yapılacaktır. Mutluluk kısa sürmüştür. Yeni ″evliler″ evsiz kalmışlardır.

Geleneksel halk güldürü öğelerinden yararlanan Oktay Arayıcı aynı zamanda çağdaş bir güldürü oluşturmayı planlamıştır. Kendi deyişiyle “Çağdaş bir Ortaoyunu”. Yazar Aziz Çalışlar’ın yorumuyla “Goncagüllerin kendi toplumsal konumları gereği, hiçbir zaman mutlu sona ulaşamayacakları” savındadır.93

Rumuz Goncagül geleneksel öğelerin özelliklerini kendi içinde taşıyan bir oyundur. Gevşek dokulu bir yapıya sahiptir ve tip özellikleri ağır basar. Yazarın Epik Tiyatro bilgisinin oyunun hemen tümünde çok net görüldüğü belirlenmelidir. Göstermeci üslubun bu özel oyununa Ayşegül Yüksel şu yorumu yapar:

“Rumuz Goncagül’ün iki başkişisi İnsaf Hanım’la kızı Gülsün, Arayıcı’nın daha önce Nafile Dünya’da yaratmış olduğu iki tiptir. Sanki bir önceki oyundaki ikincil kişiliklerine isyan ederek bir başka oyunun temel kişileri olma hakkını elde etmişlerdir yazardan… Türk tiyatrosunun ilk İnsaf Hanım’ı Meral Niron, ilk Gülsün’ü de Nesrin Kazankaya’dır.

Rumuz Goncagül gevşek dokulu, ″karakter″den çok ″tip ″i vurgulayan, dramatik gerilim kotarmaktan çok durum sergilemeyi gözeten, oyuncuyla oyun kişisini, oyunun temel izleğiyle toplumun gündeminde olan nice konuyu iç içe verebilen, kaygı verici gerçekleri belleklere kazımak için ağlatmayı değil güldürmeyi seçen, yazarın epik tiyatro bilgisiyle de perçinlenmiş bir tür ortaoyunudur. Yazarının ustalıklı dil kullanımıyla nice duyarlılıkların sımsıcak iletilebildiği, güldürme eyleminin güldürüyü yozlaştırılmadan gerçekleştirebildiği, seyirciyi gıdıklamadan kahkaha atabilen, zekice kotarılmış bir ″göstermeci″ oyun…”94

Oyunda İnsaf’ın söyleşiye girmesi Ortaoyunundaki “Öndeyiş”e benzemektedir. Oyunun birinci sahnesini Ortaoyunundaki “söyleşme bölümüyle” ilişkilendirebiliriz. Oyunun bittiğini de Pişekâr gibi izleyiciye anlatan İnsaf’tan öğrenebiliriz.

Canlı gelişen ve bilindik bir dil kullanımının olduğu “Rumuz Goncagül” de anlamama, yanlış anlama, atasözü kullanımı, laf yetiştirme, söz açma gibi geleneksel öğeler ve olabildiğince güldürü öğelerine rastlanır.

Tüm bu benzerlikler, bazı oyunlarda olduğu gibi, yazarın geleneksel kaynakları alıp tekrar ortaya çıkarması gibi bir taklit barındırmaz. Ortaoyunundaki estetik biçimci malzeme, çağdaş ve özgün tiyatro edebiyatı ile bezenip yeni bir dil oluşturma düşüncesi içinde değerlendirilir.

Oyunun genel bir değerlendirmesini yapan ve oyun hakkında teknik bilgiler veren Erbil Göktaş, Oktay Arayıcı için yazdığı yazısında düşüncelerini şöyle açıklamıştır.

“Arayıcı’nın 1977’de yazdıktan sonra kendi deyimiyle “demlenmeye” bıraktığı “ Rumuz Goncagül”, 1980’li yıllardan başlayarak gerek ödeneksiz-ödenekli tiyatrolarda, gerek Anadolu’daki amatör tiyatro topluluklarında, gerekse lise ve üniversitelerdeki popüler olmuş tiyatrolarda en çok oynanmış, çok kadın-erkek ilişkilerini ekonomik v e toplumsal gereksinimlerin dayatması açısından ve bir orta oyunu havasında yansıtmıştır. Goncagül rumuzuyla kendisine gönderilen mektuplardan yola çıkan Arayıcı, bu alanda bir başyapıt üretmiştir. Evlilik kurumuna da şöyle bir göz atan bu oyun, bir kızın çeşitli damat adaylarıyla olan ilişkilerini, evlilikten beklentilerini bir orta oyunu biçiminde, her aday için kısa bir episod ve bunları birbirine bağlayan ara sahnelerden oluşmuştur.”95

 

TANİLLİ DOSYASI

Bütün Oyunları 1: Nafile Dünya / Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi / Rumu

Oktay Arayıcı’nın, Server Tanilli’nin gerçek yaşamı üzerine kurguladığı 1978–79 yıllarında yazdığı oyunudur. Siyasi nedenlerle oyun oynanamamıştır. Üniversite Öğretim Üyesi Server Tanilli’nin; bilimsel ahlakın birçoklarınca hiçe sayıldığı, korkunun galip geldiği, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin halkı zapturapt altına aldığı, toplumun depolitize edilmeye çalışıldığı bir dönemde, onurunu ve bilimsel etiği üst düzeyde tutuşu anlatılmaktadır. Hakkında açılan soruşturmalar, davalar, tutuklu-tutuksuz yargılanmalar, ihanetler, zorluklara karşı alnı açık, bildiği yolda yürüyen halktan yana bir bilim adamının gerçeği gün yüzüne çıkartma ve onu karartmak isteyenlere karşı haysiyetli davranma süreci oyunu oluşturur.

Soğukkanlılığı ve inandığı doğrulara karşı ödün vermeyen kişiliği; düşünüş metodu olarak Uygarlık Tarihi derslerinde anlattığı materyalist diyalektik bakıştan ve bilimin safında yer almasından kaynaklanmaktadır.

“1978’de “At Gözlüğü” başlıklı bir TV filmi senaryosu yazan Arayıcı’nın son yapıtı 1979’da bitirdiği, henüz sahnelenmemiş olan Tanilli Dosyası’dır. Yine “göstermeci” yaklaşımla yazılmış olan bu yarı-belgesel çalışmada, 1970’ler Türkiye’sinde yaşanan politik bunalım içinde üniversitenin çevresinin, kamplara ayrılmış gençliğin, örgütlü işçi kesiminin, sokaktaki adamın ve “sosyalist devrim” olasılığına karşı örgütlenmiş devlet kesiminin takındıkları tutumlar ve ortaya koydukları eylem sergilenir.

Tanilli Dosyası’nın kahramanı, üniversite öğretim üyesi ve yazar Server Tanilli’dir. Kısa episodların hızlı bir akış içinde birbirini izlediği oyunun içeriğini Tanilli’nin gerçekten yaşamış olduğu olaylar oluşturur. Arayıcı, tüm oyunlarda sürdürdüğü nesnel-gerçekçi tutumu bu kez Tanilli’nin kişiliğinde yansıtır. Sürdürülen insan avının toplumu suskunlaştırdığı bir dönemde, kendi yazdığı Uygarlık Tarihi’ndeki doğruları derslerinde anlatmakta direnen Tanilli hakkında yapılan soruşturmayla başlayıp, tutuklamalar, mahkemeler, bilirkişi raporları, aklanmalar, sağda örgütlenen gençlerin saldırırlıyla süren oyunda, başlarını derde sokmamak biraz da üstün bir rakipten kurtulma için doğruları çarpıtan kimi öğretim üyelerinin ikiyüzlülüğü, ihbar mekanizmasının yaygın biçimde işleyişi, sokaktaki adamın korkusu, işçi örgütleri üstündeki baskı ve mahkemelerin işleyiş biçimi, tersinlemeye dayalı buruk bir yaklaşımla irdelenir. Oyunun temel tavrı Tanilli’nin hiçbir koşulda elden bırakmadığı soğukkanlılığında, açık sözlülüğünde ve inandığı doğrulardan hiçbir koşulda ödün vermeyen “bilim adamı kişiliğinde” belirlenir. İçerdiği trajik olaylara karşın Tanilli Dosyası Arayıcı’nın en iyimser oyunudur. Çünkü kalleşçe atılmış bir kurşunla yaşam boyu tekerlekli koltuğa tutsak edilen Server Hoca’nın yengisiyle sonuçlanır Arayıcı’nın öyküsü. Bugün yaşasaydı, Hoca’nın Uygarlık Tarihi kitabının altıncı basımının yapılmış olmasından en çok Oktay Arayıcı mutluluk duyardı kuşkusuz…” 96

Server Tanilli’nin oyun kişisi olarak da bulunduğu ve diğer adı “Geçit” olan oyun, Tanilli’nin uzun tiradları ile reji düşünüldüğünde görselliği zayıf olarak değerlendirilebilirse de; farklı uzamlarda arka arkaya oluşturulmuş episodik yapı oyunun canlı kalmasını sağlamaktadır.

Objektiflikle taraf tutmanın ayırımını çok iyi kavramış yazar ve Tanilli, bilim adamının gerçeğin tarafında olması gerektiğini belirlemişlerdir. Bu anlamda insan için olan bilim, tüm insanlar için olmak durumundadır ve tüm insanlar için olmasını isteyenlerin yanındadır.

“bilimde objektiflik ve taraf tutması nedir? Önce bununla başlayalım. Bizde objektiflikle taraf tutmama birbirine karıştırılır. Bu karışıklık yalnız savcılık iddianamelerinde değil, politik hatta ekonomik çevrelerde de sıkça görülür. Bilimsel objektiflik, gerçekliği (realiteyi) olduğu gibi, subjektif önyargıların etkisinde kalmadan tespit etmektir. Taraf tutma ise başka bir şeydir. Bilim taraf tutar, bilim adamı taraf tutar. Ama kimin tarafını? Gerçeğin, doğruların tarafını. Bütün bilim tarihi, gerçeklerin, doğruların tespit edilmesi ve kabul ettirilmesi, yanlışların giderilmesi çabasının, bu uğurda verilen mücadelenin tarihi değil midir?”97

“Tanilli Dosyası” Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Oyun baskı ortamında; kitaplarını yakan, korkan, tedirgin olan ya da bilinçli bir şekilde onları koruyan insanların farklı biçimlerde görülmesi ile başlar.

Tutuklama olasılığına karşı eşyalarını toplayan Tanilli’nin kız kardeşiyle olan konuşmayla birinci bölüm başlar. Üniversiteye gelen Tanilli boykota rağmen derslerini yapmayı sürdürür. Kendiliğinden sıkıyönetim komutanlığına gidenlere karşı o, suçlu olmadığı bilinciyle hareket etmeye devam eder. Ve kürsüsünden alınarak götürülür. Askeri savcı olan eski bir öğrencisinin tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilir. Eski öğrencisi neden olarak sadece emir olduğunu söyler. Tutuklanır. İşkenceye karşı direnir. Dışarıda yaşananlarla ilgisi hep vardır. Alaycı bir tavırla, yapılan zulümlere karşı durmaya çalışır. 7 yıl ceza alır. Bu arada sıkıyönetimci komutanlarla ve büyük sermayedarlarla işbirliği içindeki Üniversite hocalarını ve Üniversite yönetimlerini görürüz. Gazete sahipleri de bu dolaşımın içindedirler. Af yasası sayesinde çıkar. Ancak haklılığında direnmektedir. Salıverilmesini “Büyük Gözaltı” olarak niteler. Başka bir geliri olmadığı için ekonomik sıkıntı içinde görürüz Tanilli’yi ikinci perdenin başında. Tüm tehditlere rağmen “Uygarlık Tarihi” isimli dersini vermeyi sürdürür. Muhbirlerin ihbarıyla tekrar sorgulanır ancak ceza görmez. Cezayı karanlık çevreler vermek isterler ve kurşunlanır. Ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkûm yaşayacaktır. Hastanede iken görevi devralan ve onun yerine onun notlarıyla Uygarlık Tarihi’ni anlatan bir Profesör arkadaşı öldürülür. Tüm olumsuz koşullara rağmen oyunun sonunda tekerlekli sandalyesiyle kürsüye gelir ve nerde kaldıklarını sorar!

Ayşegül Yüksel, Tanilli’nin vurulmasına ve tekerlekli sandalyeye bağlı kalmasına rağmen oyunun umutlu bittiğini söyler. Arayıcı’nın iyimser oyunu olduğunu düşünür. Çünkü tüm olumsuzluklara karşın sandalyeyle de olsa düşlerini sürdürmüştür.

“Nerde kalmıştık arkadaşlar?”98

Tutuculuğa inat, körlüğe inat, bağnazlığa inat, eşitsizliğe inat, tahakküme inat, mahpusluğa inat yine ve yeniden başlanmaktadır…

Server Tanilli gibi bilim adamları insanlığın yolunu aydınlatmaktadır.

Üstüne eğilinmeye çalışılan bu dört oyunuyla Oktay Arayıcı, dünya görüşü doğrultusunda tüm düşsel ve sanatsal gücünü aktarmaya çalışmıştır. Her oyununda yeni denemelere girmiş, sistemi sorgulamış ve tiyatro izleyicilerine sorular sordurmaya çalışmıştır. Zorluklarla geçen hayatında kendi kulvarında, oyununu yazdığı “Server Tanilli” gibi yaşamıştır.

“Yaşamı en dolu soluduğu anlar arasında, oyunlarının basın gecelerinde seyirciyi selamlamak için sahneye çıktığı anlar da vardı kuşkusuz. Sahneye çağırıldığı zaman yerinden hızla kalkışında, zarif adımlarla ilerleyişinde, sahnedeki ince uzun görüntüsünü mutlu, dingin bir gülümseyişiyle süsleyişinde, öncelikle, her oyunuyla olay yaratmış bir yazarın sahip olduğu öz-güven yansırdı. Sanırım, uğradığı haksızlıkların sorumlularından, seyircisiyle bütünleşerek öç almanın keyfini de iyice bir çıkarırdı böyle anlarda…”99

Tiyatronun kendi ülkesinin somutuna yaslanması gereği üzerinde duran Oktay Arayıcı, geleneksel tiyatromuzun özelliklerinden yararlanmış ve Çağdaş Türk Tiyatrosu düşüncesiyle diğer yazarlara ışık olmuştur.

Ulusal tiyatroya ulaşmada Arayıcı insanı tanımak kadar, insana ulaşmada sanatın işlevini bilen bir yazardır. Nafile Dünya için hazırladığı yazısında şöyle der:

“İnsanın dünyayı tanıması, bilmesi için gereklidir sanat
İnsanın kendini değiştirmesi için gereklidir sanat
İnsanın dünyayı değiştirmesi için gereklidir sanat.
Ve bu gereklerin hepsiyle yükümlü ve ereklidir sanat”.

Sonra şöyle devam eder:

“Biz sanatı öyle anlıyoruz. Amaçladığımız insandır. Etli, kanlı, canlı bir insan. Bu önce bastığımız toprağın insanıdır elbette. Ve iyi yakalayabildiğimiz takdirde yolumuzun, onun neslinin aslında gideceğine inanmışızdır. Yani kendi insanımızdan somut evrensel insana. Yani yerli özden çağdaş evrensele…” 100

Çağına tanıklık eden toplumcu bir yazar olarak Oktay Arayıcı, kişilikli bir ulusal tiyatro için çok çaba sarf etmiş ve kısa yaşamında üzerine düşen görevi layığı ile yerine getirmiştir. Bizden olan oyunları gibi yaşamı da bizden olmuştur.

Can Yücel’in yazdığı şiir bunun genel göstergelerinden biridir.

“OKTAY ARAYICI’YA

Bir arayıcı fişeğiydi Oktay
Çaktıkça karanlığın çalplarına karşı
Tanyerleri gösterdi bize yer yer
Ve perde perde
Ayak götürürken şimdi sahnemizden
Allah değil, bizcileyin Allahlıklar
Razı olsun kendisinden
Bir solukta oyun bitti
Bir SOL daha anahtarken
Gürleyip güme gitti
Biz ne zaman kilit olacağız ki?”101

ÖZGÜR BAŞKAYA

 

DİPNOTLAR:

71 Ayşegül Yüksel. Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR. Mitos Boyut yay. Kültür Dizisi. 25. S.132
72 “Oktay Arayıcı İçin” A.Ü. Basımevi. 2001. “Kendi Daktilosundan Yaşamı ve Yazarlık ve Yazarlık Serüveni”. S. 5-6-7
73 Cengiz Gündoğdu. Age. S.141
74 Zeynep Oral. Age. S. 138
75 Hülya Nutku. Age. S. 131
76 Oyun Aylık Tiyatro Dergisi. Ağustos 1965. “Şenlik Başkanı Oktay Arayıcı ile Buluşma”. S.11.
77 Cengiz Gündoğdu. “Oktay Arayıcı İçin” A.Ü. Basımevi. 2001. S. 143
78 Ayşegül Yüksel “Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR” Mitos/Boyut Yayınları Kültür Dizisi 25. İstanbul. S.127
79 Özdemir Nutku “Seferi Ramazan Bey” Tiyatro 71. sayı 1. S.18
80 Ayşegül Yüksel. “Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR” Mitos/Boyut Yayınları Kültür Dizisi 25. İstanbul. s.128
81 Aziz Çalışlar: “Tiyatro Oyunları Sözlüğü” Mitos BOYUT. İst. 1994. s.210
82 Nurhan Tekerek: “Popüler Halk Tiyatrosu Geleneğimizden Çağdaş Oyunlarımıza Yansıması” Kültür Bakanlığı Yayınları s269
83 Özdemir Nutku. Seferi Ramazan Bey. Tiyatro 71. sayı 1. s.19.
84 Ayşegül Yüksel “Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR” Mitos/Boyut Yayınları Kültür Dizisi 25. İstanbul. s.129.
85 Semih Çelenk. Kalemden Sahneye. 3. cilt. Yazı-Görüntü-Ses Yayınları. 2003 İstanbul. s.115
86 Ayşe Yasemin Ebrulun Sezgi. Oktay Arayıcı İçin… Ankara Üniversitesi Basımevi 2001. s.27.
87 Zerin Akdenizli Çelenk. . Ön. Ver. s.40-41
88 Oktay Arayıcı. Bütün Oyunları. Mitos Boyut Yayınları İstanbul 1996. s.101.
89 Ayşegül Yüksel. Çağdaş Türk Tiyatrosundan 10 Yazar. Mitos Boyut yay s.130.
90 Ayşegül Yüksel. Çağdaş Türk Tiyatrosundan 10 Yazar. Mitos Boyut yay s.130-131.
91 Ön Ver. s.131.
92 Özlem Kayışoğulları. Oktay Arayıcı İçin. A.g.e. Ankara On. Yayınları 2001. s.39
93 Aziz Çalışlar. Tiyatro Oyunları Sözlüğü. Mitos Boyut Yayınları. İstanbul 1994. s.228.
94 Ayşegül Yüksel. Çağdaş Türk Tiyatrosunda 10 Yazar. Mitos Boyut yay . s.131.
95 Erbil Göktaş “Oktay Arayıcı İçin” A.Ü Yayınları. 2001. s.122
96 Ayşegül Yüksel. “ Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR” Mitos Boyut yay   . S. 131-132.
97 Oktay Arayıcı. “Bütün Oyunlar” Mitos Boyut Yayınları. Ekim 1992. s.330. İst.
98 Ön. Ver. s. 335
99 A. Yüksel. Çağdaş Türk Tiyatrosundan ON YAZAR” Mitos Boyut yay   . s. 132
100 Hülya Nutku. “Oktay Arayıcı İçin”. A.Ü. Yayınları. 2001. s. 132
101 Ön. Ver. s. 85

Kategoriler:   Eleştiri/Deneme/İnceleme