Menü

AYDIN KAVRAMINI SIĞ BİLGİYLE ANLAMAK (*)

 

 

Bazı sosyalist yazarlar; Aydın olmanın önemi ve aydının nitelikleri üzerine notlar düştükten sonra Aydın tanımını reddeden kavramlar kullanmaktan kaçınmıyorlar. Aydın’ın taviz vermez, düşündüğünü söyleyen, uzlaşmaz düşün insanı olduğunu; farklı düşünürlerin doğru saptamalarıyla vurguladıktan sonra bu saptamaları reddeden “sinik aydın” vb. kavramlarını eleştirmeyi bırakın, kavramları doğru kabul ederek, kendi makalesi içerisinde kullanıyorlar. Bu, aydın sorununun doğru açıklanmasını inkara düşmektir. Bir düşünür, felsefeci ya da eğitimcinin pratiğinde “sinik” olduğu saptanıyorsa; o “sinik düşünür” tanımını hak eder. Bu doğru, ancak sinikliği saptanmış bir düşünürün, aydın olabileceği varsayımına kapı açmak oportünizmdir.

“Entelektüel, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir, bir entelektüel hiç bir kahraman ve siyasi tanrıya inanmaz,”.

Edward Said’in, aydını tanımlayan bu cümlesini dayanak yaparak aydın sorununa açıklık getirip, ama bu doğru saptamadan sonra, “sinmiş aydınlar” [1] yargısını yazının içerisine sokmak abestir. Aydın sorunu üzerine sığ bilgiye sahip olmanın sonucu varılan yargıyı doğru bir tanımlama olarak kullanmak, Edward Said’in aydın tanımının reddine savrulmaktır. Bu savrulma eklektizmin sonucudur. Aydın; eğer “kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişi” ise, aydının, korkması, sinmesi, susması ve olağandır ki harekete geçmemesi mümkün değildir.

Aydın tanımını algıda kısırlığın sonucu olarak; üst düzey bilgi sahibi sanatçının, bilim insanının, mimarın, işçinin, mühendisin, siyasi iktidarın hizmetine “zorunlu” ya da isteyerek girmesi nedeniyle kire batmasının ifadesi olan kavramı, aydın kavramının da önüne konulmasında bir sakınca görülmüyor. Kuşkusuz bir politikacı, sanatçı, işçi düşünür, yaşam içerisinde sinebilir, kutsal metinlerin eleştirisinde çekimser olabilir, korkak davranabilir, taviz verebilir, uzlaşabilir ki bu pratiği sergilediği için onlar “aydın“ değildir; olamazlar. Mesleği, statüsü ne olursa olsun, bir insan “siniyor”, uzlaşıyor, korkuyor, zulmün ve sömürünün altyapısının aşınması, ortadan kaldırılması için mücadele etmiyorsa o aydın değildir.

Aydın vasıflarını doğru tanımlayan düşünürün cümlesini tezlerinize dayanak yaptıktan sonra; “sinmiş aydın” tanımını da ardı sıra makaleye iliştirmek; kılavuzunuz düşünürlerin aydın tanımını kenara itmektir. Ki bu, kıt bilgiyle soruna yaklaşanların aydın vasfını iğdiş eden yaklaşımının yolunu açmaya katkıdır. Ki bu durum bir sosyalist düşünürün asla düşmek istemeyeceği, cahillere yol açmak pratiğidir.

Edward Said’in; “kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir,” tanımlaması; aydının cesur olmasını ön koşul sayar. Aydın kavramının yanına, zaten aydının vasfı olan kavramları önek olarak koymak; aydınlanma sorununu ve aydını anlamamanın ifadesidir.

Ahmet Say’ı anma töreninde düşüncelerini açıklayan yayıncı Onur Öztürk ; “Ahmet Say’ın yayıncısı olmaktan onur duyduk, gurur duyduk. (…) Tüm yaşamı boyunca cesur aydın olarak yaşamını sürdürdü. Bunu üretim yaptığı her alanda sürdürdü.” [2] dedi.

“Cesur aydın” tanımını kullanma yanlışını, yalnızca Onur Öztürk yapmıyor. Övgüyü abartırken çoğu yazar, sanatçı aydın kavramının yanına aydın tanımının bir ögesi olan tanımlamayı ekliyor. Cesur olmak, aydın olmanın olmazsa olmaz niteliği; insanlar bu ögeyi aydın kavramın olmazsa olmazı değil gibi onu aydın kavramının önüne ekliyor. “Cesur aydın” kavramı; aydının cesur olmayacağının kabulüdür. Bu yaklaşımla anlaşılan; “Cesur olmayan aydın var ve aydının öteki aydından farkını ifade etmek için cesur kavramını kullanmak belirleyici” sayılıyor. Bu yaklaşım aydın kavramını iğdiş etmektir. Altını çizerek söylemek gerekirse; Cesur tanımı; sanatçı, işçi, düşünür,  politikacı, sendikacı, gazeteci, yazarın pratiğinin vasfı açıklanırken önek olarak kullanıldığında sahicidir.

Aynı törende şair Ahmet Telli, konuşması içerisinde;   “Ahmet Say; haysiyetli aydın kuşağının temsilcisiydi” [3]  cümlesini iki kez vurgulayarak kullandı. Bu cümleden anlaşılan, ülkemizde “haysiyetli aydınların” var olduğu ve aynı dönemde “haysiyetsiz aydınların da var olduğudur.” Bu yaklaşımın meali; bazı aydınları öteki aydınlardan ayrı tutmak için; “haysiyetli” olduğunu vurgulamanın gerekir olduğudur. Bu cümlede, aydın kavramına yıpratıcı önek takılması, konuşurken yapılan hata sayılamaz. Sosyalist edebiyatçı ve hele sosyalist edebiyat alanında belli yeri olan edebiyatçı, kavramın sorumluğunu taşıyarak kullanmalıdır. Ancak; çoğu edebiyatçının ve sanatçının, aydın kavramının bu tür önekle kullanılmasını hata saymadığını da belirtmek gerekiyor. Haysiyet sözcüğünün açıklaması; “Değer, saygınlık, itibar.”[4] Bu açıklama ışığında baktığımızda , “saygın olmayan, itibarsız aydınlar var “ kabul ediliyor ve bazı aydınların onlardan farklı olduğunu belirlemek için “aydın kavramına önek tacı takmak zorunlu” sayılıyor. Aydın kavramının doğru olarak kullanıma örnek vermek gerekiyor. “O cesur bir düşünürdü, sanatçıydı.”, O haysiyetli düşünürdü, sanatçıydı; o bir aydındı.” Bu cümleye “ haysiyetsiz sanatçı olabilir mi” diye itiraz edilebilir. Yanıtım açık; sinik, haysiyetsiz, korkak düşünürler, sanatçılar, politikacılar, sendikacılar var ve onlar bilgi dağarcığı zengin olsa da ve mesleğinde başarılı olsa da asla aydın olamadılar, sayılamazlar da.

Ne yazık ki; aydın sorunun doğru kavranmaması birçok sanatçının, yazarın, yayıncının aynı yanlışa düşmesinin alt yapısını oluşturuyor. “Onurlu Aydın” “dirençli aydın” [5] demek, aydının “onursuz” ve “dirençsiz” olabileceği saçmalığına düşmektir. Ki bu yanlışa düşme; Dünya’nın her yerinde aydın tanımının yanlış yapılması nedeniyle gerçekleşiyor.

“Faşizm, hükümetin ve Ebedi Şefin yanında, birçok İtalyan aydınının kalbini de fethetti. Bazıları onun kullandığı iki tekerlekli savaş arabasına bindi, hazine odasının önünde diz çöktü. Bazıları ise sessiz kalarak ona onay verdi. Kimi aydınlarsa daha ihtiyatlı bir tavır sergileyerek, faşizme karşı mücadelede tarafsız kalmayı seçtiler. Aydınlar, gücün kendilerini mülk edinmelerini severler. Bilhassa faşizm örneğinde olduğu gibi güç, cüretkâr, savaşçı ve maceracı ise bu, daha fazla geçerli bir durumdur.”[6] Bu yaklaşım; aydın tanımına darbedir. Faşizmin kalbini fethedeceği insanın aydın olmayacağını kavramaktan uzak; “Aydınlar, gücün kendilerini mülk edinmelerini severler.“ yaklaşımıyla yazar, tam anlamıyla saçmalama noktasına varıyor. Aydının gücün esiri olacağı yargısı; hangi vasfın, aydın olmanın zorunlu koşulu olduğunun yadsınmasıdır ki; yazar bunu yapıyor.

“Korkak aydın” ”İkircikli aydın”, “demokrat aydın”, “burjuva aydın”, “silik aydın”, “sinik aydın”, ” tarafsız aydın”  vb. adlandırmalar ve “Entelektüel tembellik”, “aydın suskunluğu”, “aydın gevezeliği”, “gücün esiri aydın” “aydınların ihaneti”, vb. tanımlamalar aydınlanma sorununu kavramayan insanların kullanımına açık uydurmalardır. Bu yanlış ya da hatalı algılama noktasına varmanın temelinde yatan şey; burjuva ideologların etki alanından çıkamamak halidir. Burjuva ideolojisinin gölgesinde teori kuran Avrupa menşeili sosyalistlerin icadı olan “bilgi birikimi sahibi tüm teknokratları profesörleri, sanatçıları aydın sayma” iddiası ne yazık ki çoğu sosyalist düşünür tarafından da kabul gördü. Ki bu ön kabul, aydın sorunu üzerine yazılan çoğu makalede saptanabilir. Siz eğitim /öğretim görevlilerini, mühendisleri, teknikerleri,  mimarları, sanatçıları; yani kendi alanında bilgi birikimi olan yetenekli herkesi aydın sayarsanız; toplumsal bir vakada onların sinik durumu kaçınılmaz gerçekleştiğinde ve pratiklerinden bahisle “sinik/silik aydın”, “eyleme geçmeyen aydın” türü saçma tanımlamalar yaparsınız.

Aydın olma sorunu öylesine basite indirgenerek, konu içerisinde cahilce ele alınıyor ki; her önüne gelen aydın kavramını işine geldiği biçimde istediği biçimde kullanıp, işine geldiği anlamı yükleyerek istediği yere ekliyor. “Şimdi Türkiye’nin ‘aydınlarının’ kafası karışık, kimin yanında yer alacaklarını, kime umut bağlayacaklarını henüz tam karar vermiş sayılmazlar.”  diyecek denli aydının ne olduğunu kavramaktan uzak, sığ bilgi sahibi yazar var. Bozma işi başlayınca, sapmanın hangi noktada biteceğine dair sınır da kalkıyor. Örnek çok. Bu yaklaşım sahibi yazar takımından insanlar, genellikle, aydının iktidara karşı tavizsiz olması gerektiği; aksi durumda insanın aydın vasfı edinemeyeceği gerçeğini yadsıyor ve bu iddiasını ele aldığı konu içerisinde açık dile getiriyor. “Paralel devlet yapılanması ülkelere göre küçük değişiklikler gösterse de ana program değişmiyor. İçine sızılan devletin bürokratlarının desteği, yaygın bir medya ve aydınların (!) da yardımıyla ABD’nin ’kamuoyunu yönlendirme ‘ sürecinde plan tıkır tıkır uygulanıyor.”[7]

Yazar aydını Medya’da mesleğini yapan kişi derekesine indirmek konusunda sakınca görmüyor ve Medya/basın mensubu insan ne yaparsa aydının da onu yapacağını dile getirme gafletine düşüyor. Aydını, medya üyesi / çalışanı derekesine düşürdükten sonra aydının ABD’nin “Kamuoyunu yönlendirme” sürecinin elemanı olmasının mümkün olabileceği iddiası ile aydının bırakın erke karşı tavizsiz olmasını; devletin uşağı olabileceği ve plan uygulama işinde görev alabileceğini pervasızca açıklıyor. Yazar; “aydını”, aydın olma vasfını altüst eden ve aydın tavrına yüz seksen derece zıt pratik sergileyen figüran sayıyor. Yazar Aydın tanımını iğdiş etmek konusunda hız kesmiyor; “adımların ilki kamuoyu oluşturucuların devşirilmesidir. Bizdeki adıyla aydınlar, yazarlar, bilim adamları, içeride dışarıda masrafları karşılanarak, değişik toplantılara davet edilir. Bu kişilere ülkelerinin yapılandırılması için neler yapılması gerektiği belirli bir süre anlatılır.” [8]

Yazara göre “aydın devşirilir”, “satın alınabilir” ve ülkenin yeniden yapılandırılmasının nasıl yapılacağını bilmeyecek kadar cahil ve bilgilendirilmeye muhtaçtır.

Yazar açıkça ifade etmese de aydının; ülkesini başka ülkelerin projesine göre yapılandırmayı üstlenecek ajan olabileceğini iddia edecek kadar izandan yoksundur. Yazarın ifadesine göre aydın; satın alınabilir ve her tür erkin kullanımına açık, ilkesiz, gevşek, devşirilebilir,  dönek ve ihanet edebilecek sıradan insandır. Öyle ki; yazara göre aydın, özgün fikir üreten değil, başkalarının ürettiği fikirlerin, projelerin öğretildiği ve başkasının düşüncesini uygulayan pratisyendir. Yazar; mesleğinde yeterlilik sahibi insanın aydın sayılabileceği varsayımı zeminine basarak, aydının toplumsal projelerde kullanılabilen ajan olduğu uydurmasına varıyor.

Bugün hükümetin karşıtı olarak görünse de, egemen sınıfın ideolojik hegemonyasının etki alanında “özgür” cirit atan düşünürleri, sanatçıları, bilim insanlarını aydın olarak adlandırmakla kalmayıp, doğrudan burjuva hükümetin sözcüsü bu insanları ‘siyasi iktidarın aydını’ olarak adlandıranlar var. Bu adlandırmayı yapanlar; kendini aydın olarak etiketliyorlar. “İktidar işbirlikçisi” tanımlaması; her düşünürü aydın sayma yaklaşımının tezahürüdür. Bu tür adlandırmalar, aydını aşağılamaktır ve bu aşağılamayı, hangi mahalde pazarlama yapıyorsa yapsın ve farkında olarak veya farkına varmayarak yapan; aydınlanma ve aydın kavramının içini boşaltan bölüğün eridir. “Basit gerçekler; entelektüeller, hükümet temsilcileri ve medya işbirliğiyle ‘ayak takımını’ uzak tutmak için kullanılan anlaşılmaz bir dilin gerisinde gizlenmektedir” diyen Noam Chomsky gibi düşünürlerin fikri beslenme kaynağı metafiziktir ve cahiller güruhuna uzak oldukları iddiaları koftur. Bu “okumuş cahil” insanların kof özgüvenle yakasına aydın etiketini takmaları da, aydına hakarettir. Aydın kavramının içini boşaltmak için kavrama önekler ekleyen ve aydını bu yolla aşağılama gerekçesi elde eden güruha dahil insanın, aydın tavrına erişememesi de doğrudan yanılsamalı bilinci nedeniyledir.

Bir insanın aydın olmasını sağlayan vasıf; yanında başka bir sıfatı kabul etmez. Aydın kavramı, tek başına, yalın tanımladığı durumun net ifadesidir. Bir insan ya aydındır ya değildir. Aydın kavramına başka sıfat eklendiğinde aydın kavramı vasfını yitirir. Bu böyle olduğu gibi, öte yandan; bazı mesleklerde uzman olmak aydın olmanın engelleyicisidir; avukatlık, yargıçlık, imamlık gibi. Bu tür meslekleri ifa eden insanlar, somut halin analizi olan fikrin gerektirdiğini yapmazlar. Somutun ifadesi pratiği gerçekleştirmek yerine, akıl uydurması fikri kuralların sürekli “doğruluğuna”, durumunun sarsılmaz olduğuna, inanmak bu mesleklerin düsturudur. Ama atlanan gerçek şu ki; aydın, değişmez, kutsallaştırılmış akıl ürünü fikri/fetişi, tabuyu değersiz görür; reddeder.

İnsanlık tarihi boyunca her toplumda egemenlerin her eyleminin fikri altyapısını kuran filozofların açtığı yol; siyasetçilerin, sanatçıların, bilim insanlarının, mimarların, teknikerlerin fikri güzergahı oldu. Filozofların çoğunluğu ve hatta hemen hepsi aydınlanmacı olmaktan uzaktı. Filozofların çoğu; toplumu maddi ve fikri çekip çeviren, sömürü iktidarına ve bu düzenin ürünü olmaktan başka çıkar yolu olmayan sanatçı, politikacı, mühendis, bilim insanının düzenin ücretli kölesi ve şarlatanı olmasına karşı durmadılar; meşruiyetine katkı verdiler. Filozoflar, sınıf egemenliğinin unsuru olarak, insanları şarlatan yapan maddi koşullara karşı kıllarını kıpırdatmadan var olagelen hegemonyayı kutsayarak unvan edindiler.

Gerçek şu ki; filozofların insanlığı pisliğe bulayan düzeni üreten bataklığı kurutma önerme ve köktenci eylemleri olmadı. Hatta bu doğrultuda eğilimleri de olmadı. Yani filozofların (bir kaçı hariç ki onlar da toplumda etkisi az olanlardı.) çoğunluğu; bırakın toplumu aydınlatmayı, toplumu aydınlatmaya çalışanların önüne tasavvurlarıyla barikat kurdular. Çünkü iktidarın ideolojik aygıtının yapı taşlarını oluşturan filozoflar; somut olguların analiziyle erişilen bilgiyi aktaran değil; uydurma şeylerin bilgisini edinerek ve bu bilgiyi, sömürü sisteminin yapılandırdığı zemine ekerek, yayarak, filozof sanı almış gevezelerdi.

“Egemen sınıfın düşünceleri her çağda egemen düşünceler olmuştur. Yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda toplumun egemen entelektüel gücüdür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder. Öylesine ki, genel olarak konuşursak, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir. Egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan egemen maddi ilişkilerdir. O hâlde egemen düşünceler, bir sınıfı egemen yapan ilişkilerin ifadesidir, onun egemenliğinin fikirleridir.”[9]

Marks ve Engels’in bu saptamasına ek olarak denilebilir ki; Egemenlik ilişkilerin ifadesinden başka şey olmayan, somut verilere, maddi gerçeğe dayanmayan, hayatın dinamiklerinden kopuk fikirler; insanın insanı sömürme sürecinde rol alan, al/ ver ilişkisinin aracıydı. Somut durumu yansıtmayan, akıl yürütme ile edinilmiş bilginin aktarımı olan gevezeliğin; bilimsel algı ve konuşmaya baskın olduğu toplumlarda; irtica, gericilik kaçınılmaz olarak boy attı. Gericiliğin boy attığı bataklık ise onu kullanma gücü ve becerisi olan şarlatanlar için mümbit alan oldu. Büyük çoğunluğun, filozofların tasavvurunu içselleştirmesi; toplumun, iman ettiği düşünsel araçları kullanma olanağına sahip siyasiler tarafından sevkini, yönetilmesini kolaylaştırdı.

Vurgulamak gereklidir; yanılsamalı bilinç sahibi insanı “yeni” bir fikre inandırmak zordur; ama daha zor olan, onun inandığı fikrin yanlış olduğu ispat edilse dahi, söz konusu fikri yadsımamasıdır. Yanılsamalı bilinç fikri zor kabullenir ancak kör inanca dönüşen fikri terk etmesi nerdeyse olanaksızdır. Çünkü imana araç fikirle yaşamını anlamlandıran insanın, o fikri yadsıması; yaşamını yadsıması anlamına gelir. Bu durum; egemen sınıfa, toplumu yönetme sürecinde büyük olanak sunar.

BABÜR PINAR

* İKTİDAR VE AYDIN / Nitelik kitap yay. s.128

[1] Fatma Esin, “Sinmiş Aydınlar ve Türkiye”, Cumhuriyet, 20.04.2019,s.13

[2] Evrensel Gazetesi, 12.Mayıs.2022 tarihli haber

[3] Evrensel Gazetesi, 12.Mayıs.2022 tarihli haber

[4] TDK Büyük Türkçe sözlüğü

[5] Onurlu Bir Aydın Cevat Geray- Mustafa Güçlü, Maya kültür der.

[6] José Carlos Mariátegui

[7] Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin ağında.

[8] Mustafa Yıldırım, age.

[9]  Karl Marx- F. Engels, Alman İdeolojisi, [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay. 1976

Kategoriler:   Eleştiri/Deneme/İnceleme, Felsefe