İNSANA DOKUNMAK
İnsanlığın dünyayı ele geçirmesinden buyana geleceği şekillendirmek isteyen tüm güçler insanı etkilemeye, insanı ele geçirmeye ve insan üzerinden dünyaya egemen olmaya çalışmışlardır.
Kimine göre insan düşünen bir hayvandır. Kimine göre ise üretim araçlarını üreten bir canlıdır. Kimine göre de insan ruhun can verdiği bir kabuktan ibarettir. Bana göre ise insan yaşadıklarının somutlaşmış bir ifadesidir.
İnsanı bir kabuktan ibaret gören anlayış, bütün yaşananların insanın dışında şekillendiğini insanın ise bunu değiştirme ve dönüştürme gücünden yoksun olduğunu bu nedenle de insanın yaşama rıza gösterip, ruhların dünyasına hazırlanmalarını önermektedirler.
Ruhların dünyasına hazırlanmak, ruhları yaratan tanrıya ulaşmaktır. Tanrı ise insana hiçte yabancı değildir. İnsanlık, tanrıyı dünyevi toplumun erdem( ahlak)olarak kabul ettiği değerlerin bütünü olarak tasvir etmektedir.
İnsanlık için en güzel şeyler tanrının özellikleridir. Çünkü tanrı insanı kendi suretinden yaratmıştır. En iyi ruh tanrının özelliklerini ilke edinmiş ruhtur. Bu yaklaşım esas olarak ruhlar âlemine hazırlığı esas alsa da bu dünyada iyi ve güzel olarak tanımlanan değerlere bağlılığı açıklamaktadır.
Bu yaklaşımın temel sorunu, ruhlar âlemine ulaşmadan bu dünyada yaşıyor olmalarıdır. Bu dünya erdemlerden çok iktidar ve hâkimiyet üzerinden yaşanmaktadır. Erdem dışı yaklaşımların egemenliğini engelleyecek hiçbir kural, hiçbir güç yoktur. Zira asıl olan ruhlar âlemidir. Bu geçici dünya, öteki dünya için bir sınav yeridir. Hatta iyiliklerin olduğu kadar kötülüklerinde tanrı tarafından insanlığa verildiğini kabul etmektedir. Bu yaklaşıma göre dünya adeta kendi kaderine terk edilmiştir. Oysa bu dünya bizim yaşam gerçeğimizdir ve insanlık kendi yaşamını belirlemek istemektedir.
İnsanı düşünen bir hayvan olarak gören anlayış, Dünya normları üzerinden edinilmiş deneyimlerin ve bunlar üzerinden geleceğin kurgulanmasını esas almaktadır. Bunlara göre bilgi her şeyin yaratıcısıdır ve dünya bilim üzerinden yönetilmelidir. Bilim insanın yaşam koşullarını esas alır. Yaşamı kolaylaştıran nesneleri geliştirmek onlara sahip olmak esastır. Yaşamı kolaylaştıran insana sahip olmanın önünü açar. Böylece bilim insana hükmetme aracına dönüşür. Dünya artık, bir rekabet bir hâkim olma savaş alanıdır.
İnsan düşünen bir hayvandır anlayışı, bilime yüklenirken somuttan uzaklaşır. Oysa dünya bir yaşam alanı ve somut bir gerçekliktir. Bilimin gereğini yerine getirenlere ihtiyaç vardır. Yaşama uyarlanmamış bir bilginin hiçbir kıymeti yoktur. Bilimi yaşama uygulayan bir güce ihtiyaç vardır. Bu nedenle soyut, somuta hükmetmeye başlar. İnsanlık kendi bilincinin kölesi olur. Bilim ve üretici arasındaki çelişki giderek insanlığın kaderini belirlemeye başlar. İnsan artık bilim karşısında kullanıma sunulmuş bir nesne olmaktan kurtulmaya çalışır durur. Bilim insanlığın yaşam koşullarının düzeltilmesinden doğmuşken, giderek bilgi sahiplerinin insanlığa egemen olmasının bir aracı olmaya dönüşür.
Bilimin çıkış noktası daha iyi yaşamdır. Bu nedenle de bütün ilişkiler mantık üzerine kuruludur. Oysa insan mantık kadar duygu yüklü bir canlıdır. Mantığın yarattığı mekanik yaşamda duygulara yer yoktur. Duygu kurgulanmış yaşamın en büyük zaafıdır. Bu nedenle de Duygu ile mantık arasındaki çelişki giderek insan ve meta arasındaki çelişkide kendisini bulur. Bilim ve insan çatışır. Tıpkı robatlar ve insanlar arasındaki savaşı gibi.
İnsan üretim araçlarını üreten bir hayvan yaklaşımı, özü itibariyle insan düşünen bir hayvandır yaklaşımının tersinden bir versiyonudur.
Düşünceyi ve bilgiyi reddetmez. Hatta bilginin üretim ilişkilerinin bir sonucu olduğunu belirtir. Bu yaklaşıma göre bilim ekonominin ürettiği bir olgudur. Her şey üretim ilişkilerine bağlıdır. Bu nedenle de bilgi ve üretimi birleştirir. Bilgiyi soyut bir kavram olmaktan çıkarır somutlaştırır yaşamın içine katar. Böylece bilimin insanlığa hükmetmesini engeller. Bilimi üretimin hizmetine sunmaya çalışır. Bu yaklaşıma göre bilim ürettiği kadar değerlidir. Bilim ürettiği bilim insan ürettiği kadar insandır.
Bu yaklaşımda bilim insanın emrine verilmiştir. Ancak insan ilişkileri üretim üzerine kuruludur. Bu nedenle bilim insandan alınıp üretime devredilmiştir.
İlişkiler üretim üzerinden mekanikleşir. Üretim ilişkilerini sarsan her şey bir zaaftır. Duygu bu zaafların başında gelir. Bu ilişki tarzında insan ürettikçe öğrenen öğrendikçe üreten bir canlıdır. İnsan bu yaklaşıma göre tıpkı bilim toplumları gibi bir otomasyonun bir parçasıdır. Üretim ilişkileri dışında insani her şeyi bir zaaf ve bir sapmadır. İnsanı üretim ilişkilerine göre sınıflandırır. Bu sınıflandırma sadece üretim boyutu ile kalmaz, çünkü ekonomi her şeyi belirleyendir. Bu nedenle de insanı üretim ilişkilerine göre kalıplara sokar. İnsan artık öznel ve kendine has özelliklerin sahibi değildir. Böylece insan özgür bir canlı değil, üretim ilişkilerinin ürettiği bir canlı pozisyonundadır.
Oysa insan bir canlıdır. Üretim ilişkileri dışında da bir canlıdır. Ekonomi kadar yaşamın tüm olgularından etkilenir. Doğadan, çevreden, tarihten, kültürden, kan bağından, cinsiyetten, yaşama değen her şeyden etkilenir. Üstelik bu etkilenme insanı başka insanlardan farklılaştıran temel özelliktir. Hiçbir işçi diğerinin aynısı değildir. Zira üretim dışı yaşadıkları diğerlerinden farklıdır. Hiçbir Türk diğerinin aynısı değildir zira ulus dışında başka birçok etmenden etkilenmektedir, Hiçbir Müslüman diğerinin, hiçbir kadın diğer kadının aynısı değildir. Çünkü yaşamları farklıdır.
İnsan düşünen, üreten, tüketen duyguları olan bir canlıdır. İnsanı bir sınıf, bir ulus, bir inanç, bir kültür, bir cinsiyet üzerinden tanımlamak ve buna uygun kalıplara sokmak ve bu kalıplara göre davranış beklemek insandan uzaklaşmanın temel nedenidir.
Günümüz insanın insana her gün biraz daha yabancılaştığı bir süreçten geçmektedir. Bu yabancılaşmanın nedeni insanın insan üzerinde egemenlik kurma arayışından kaynaklanmaktadır. İnsan her şeyi ile insandır. Bilgisiyle, duygusuyla her şeyi ile insandır.
İnsanlaşmak insanları bir kalıba sokmak veya insanı kendine benzetmek değil, Özgür insanın diğer insanlarla özgürce ilişkisini sağlamakla mümkündür.
Deneyim ve bilgi insanların özgürce ulaşacağı ve ihtiyacı kadar yararlanacağı bir destektir. Her insan bu bilgi ve deneyimleri dikkate alarak yaşadıkları üzerinden kendisine en yakışanı bulacaktır. Yaşanılmaz olandan uzaklaşıp yaşanılır olanı yaşayacaktır. Yaşanılır olmak insanlığın buluşma noktasıdır. Sorun insanı şekillendirmek için insanın gelişiminin önüne engeller konulmasıdır. Bu engelleri ortadan kaldıran özgür gelişimi esas alan yaklaşımlar insanın doğal toplumsallaşmasının yolunu açacaktır.
Tayfun İşçi
24.02.2017
Kategoriler: Felsefe