MUTLULUK / TUTKU TAŞKINOĞLU
Büyük bir masanın etrafında oturmuştuk, odaya giren içerdeki herkesi tek tek selamlıyor, sahtekâr gülümsemelerle sıradan merhabalar ve nasılsınlar havada uçuşuyordu. Evrak çantamdan çıkardığım dosyaları ve not defterimi masanın üstüne çıkardım (hâlâ ısrarla elektronik kayıt tutmayı reddediyorum, yazmak kâğıt ve kalemin aşkıdır onları ayıramam). Masa başındakiler önce önlerindeki dizüstü bilgisayarlara sonra da not defterime müstehzi bir gülümseme ile baktılar. İçlerinden biri kalktı ve duvara yaslanmış beyaz tahtada (tebeşir ve karatahtanın aşkı çoktan bitmişti, tahtalar önce doğalarını sonra da doğal olarak tebeşir ile ilişkilerini kaybetmişlerdi) neden toplandığımızı anlatmaya başladı. Ona hatırlatma yapanlar, sessizce dinleyip not alanlar, fısıltıyla yanındakine fikrini söyleyenler, daha yüksek sesle fikrini söyleyenler ve ben.
Evet, ben o karmaşada nedenini anlayamadığım bir keyifle ve gülümseme ile onu düşünüyordum. Oysa toplantı önemli bir toplantısıydı. Yeni bir ortaklık, yeni bir iş kolu konuşuluyordu. Benim satış stratejilerimi düşünmem gerekiyordu ve yeni ortaklarla fikirlerimi paylaşmam gerekiyordu ama aklım ondaydı. (tüm düşüncelerimi ona vermedim elbette, hiçbir erkek için bu mümkün değildir, fakat büyük bir kısmı ondaydı.) Yapılması gereken en önemli işmiş gibi meşgul ediyordu zihnimi.
Bu halime yukarıdan bir yerden baksam sıradan bir arzu için saçmaladığımı düşünebilirdim. Ama zihnimin tüm kıvrımlarında sevinçli bir müzik dolaşıyor, gözlerim bir hayali seyreder gibi uzaklara dalıyordu ve ben engel olamıyordum.
Kolyesini öptüğü dudakları, ensesinde topladığı saçlarının altından beyaz bir kuğu gibi kıvrılan boynu, boynunun devamında var ile yok arasındaki dekoltesi gözlerimin önünden geçiyordu. Kendimi ‘’çok güzeldi’’ diye düşünürken buluyordum ve benim olmasını hayal ederken. Önümdeki karalama defterine adını yazıyordum etrafına ne anlama geldiğini bilmediğim çizgiler karalıyordum. O sırada bir ses ile irkildim,
‘’Bu konuda ne öneriyorsunuz Ömer Bey?’’
Bir düşün içinden geçerken uyandırılırsanız büyük bir hayal kırıklığı yaşarsınız, hevesiniz boğazınıza takılır ve düşünüz yüzünüze bir leke gibi oturur ve ben yüzümdeki lekeyle cevap verdim.
‘’Haldun Bey, bahsi geçen konudaki düşüncemi size daha önce yazılı olarak sunmuştum. Fakat anladığım kadarı ile beğenmiş olmalısınız ki diğer arkadaşlar da duysun diye tekrarlamamı istiyorsunuz.” dedim.
Merak etmeyin, buradayım. Yüzümde bir hayalin lekesi olabilir ama ben toplantıdayım demenin bir yoluydu bu uzun ve kendinden emin cevap. Konuya ne kadar hâkim olduğumu kanıtlarsam düşüme geri dönebilir miydim? Uzun uzun planlarımı anlattım. Yapılması gerekenleri ve şimdiye kadar yapılanları anlattım. Birkaç kişi itiraz etti, birkaçı beni onaylar gibi başını salladı. Onaylanmak umurumda bile değildi. Toplantı boyunca yarı uyanık yarı rüyada zihnimi toparlamaya çalışarak idare ettim. Bitsin istiyordum. Bir an önce bitsin ve ben Gökçe’yi arayayım.
Ne kadar geçti, kaç saat sürdü bilmiyorum. Sonunda Gökçe’yi aradığımda onu arkadaşları ile dışarda buldum. Toplantı boyunca ona söyleyeceklerimi düşünmüş, prova etmiştim, ama hiçbirini söyleyemedim. Konuşurken sesim titriyordu (O duyuyor muydu titrediğini?) Konuşmak, hele ki mimikleriniz olmadan telefonla konuşmak ürkütücüdür. Ağzınızdan dökülen her kelimenin doğru olmak için tek bir şansı vardır ve kaybederse yapacak bir şey kalmaz. Ve o sırada ben de ne söylediğimi bilmiyordum (büyük ihtimal saçmalıyordum). Bütün gün neler yaşadığımı kimlerle olduğumu neler konuştuğumuzu anlatıyordum. (Onu ne kadar ilgilendirdiğini düşünmeden)
‘’Birazdan uçağa bineceğim. Haftaya tekrar geleceğim, görüşür müyüz?’’ dediğimi hatırlıyorum ve ne cevap vereceğini titreyerek beklediğimi.
Beni birkaç saat önce bırakıp gitmişti yine yapabilirdi. O an ne düşündüğünü bilmiyordum. Beni nasıl dinlediğin. Peki, ben aradığım için mutlu olmuş muydu? Ya ben mutlu muydum? Bilmiyordum.
Mutluluk ve huzur sahip olunan şeyler değildir. Sarmalanmış olmak duygusudur. Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama bunun için güzel bir benzetme vardır, mutluluk anne karnındaki sığınağın devamıdır. Belki de bu yüzden kişi mutluluğun ve huzurun farkında olmaz. Mutluluğu görebilmek için dışına çıkmak gerekir. Bu da mutsuzluk demektir.
Ben o an telefonda Gökçe’ye tüm yaşadıklarımı titreyen bir sesle anlatırken ve ondan cevabı beklerken sarmalanmayı bekliyordum. Ve ‘’Elbette neden olmasın?’’ diyen sıcacık bir mırıltıyla sarmalandım.
Kategoriler: Öykü