Menü

SANATÇILAR VE EDEBİYATÇILAR TARAFTIR

 

Modern bir toplum, farklı sınıf ve gruplardan oluşur. Farklı amaçların ve amaç doğrultusunda farklı eylemlerin gerçekleşmesinin koşullarının olduğu toplumlarda; toplumu oluşturan birey ve grupların farklı zevklere, farklı zihinsel kavrayış ve bu kavrayışa dayalı farklı fikir sistemlerine ve disiplinlerine sahip olmaları kaçınılmazdır.

Bireylerin, zihinsel faaliyet ürününü algı ve değerlendirme düzeyleri, olumlu ve olumsuz yargıları; çatışan sınıfların varoluşuyla doğrudan ilintili olan fikri benimsemeleri ya da farklı düşünce disiplinlerinin etkisi altında kalışlarıyla ilişkilidir. Daha doğrusu bireylerin düşüncesi, üyesi oldukları toplumda egemen olan veya öğe halinde bulunan kültürel farklılıkların etkisi altında kalmaları ile belirlendiği reddedilemez bir gerçektir. Bir toplumda tüm sınıflar ve gruplar için tek “olumlu” ya da bir tek “olumsuz ” yoktur. Birey ve grupların, olumlu ve olumsuz yargıları; sınıfların maddi ve manevi çıkarlarıyla doğrudan ya da dolaylı bağlantı kurularak oluşur.

Birey ya da gruplar, sanat ürününü algılar ve değerlendirirken, ilkin kendi toplumsal yararına saydığı olgusal betimlemelere dayanır. Burada söz konusu olan yarar, bireyin doğrudan ve gerçek anlamda kendi sınıfsal yararı değildir. Çoğunlukla emekçiler, başka sınıfın yararına olan durumu, kendi toplumsal yararına olarak görür ve öyle olduğunu iddia eder. Gerçek öyle olmamasına rağmen, birey ve grubun var olan durumun kendi yararına olduğunu varsayması gerçekleşir. Bu gerçekleşme, doğrudan bireyin toplumsal algılamasının yanılsamalı oluşuyla ilişkilidir. Yani algının tersyüz olma hali, bireyin bilinç yanılsamasının gerçekleşmesidir. Bu durum, bireyin ideolojik ve siyasi yüklenimine bağlı bakış açısını da yaratır. Böylece, topluma egemen olan bakış açısı, bireyin bakış açısı olur. Ki bu bakış açısı da, bireyin egemen sınıfa ait ideolojik düşünce disiplinlerini benimsenmesidir. Daha işin başında birey, yapıta olumlu ya da olumsuz etiketini, bu bakış açısıyla yapıştırır.

Sanatçı, içerisinde yaşadığı toplumdan ve hatta diğer toplumlardan bağımsız, yalıtılmış değildir. Yapıta ilişkin, değerlendirmeye zemin olan ve eserde pratik idealist anlatımına ulaşan düşünce disiplini, sanat ürününün özüdür.

Uluslararası ve ulusal iletişim araçlarının yaygınlaştığı ve geliştiği bir çağda yalıtılmış bir yaşam olanaksızdır. Dolayısıyla birey, içerisinde yaşadığı toplumdaki ve diğer toplumlarda var olan genel sınıf ilişkilerinden ve politik, dinsel, estetik, etik, geleneksel yargılardan ve ideolojik yapılanmalardan kaçınılmaz olarak etkilenir.

Hiçbir insan kendine has, yalnızca kendine özel, düşünsel, estetik ve etik pratiğe sahip olamaz. Bireyin bana ait dediği fikir, o toplumda var olandır. Var olan kültürel varlıklar, varoluş koşullarının sağladığı olanak ve gücü oranında toplumsal bilinci oluşturur. Birey bilinci şu ve ya bu şekilde ama mutlaka bu bilincin ögesidir.

Sanatçının, yazarın ve felsefecinin düşünce üretiminde bulunması, maddi yaşam pratiğinden göreceli bağımsız davranma olanağı sağlar ve hatta giderek düşünce alanında faaliyetin ona sağladığı sözde bağımsızlık, o denli ileri noktaya götürülür ki, düşünce maddi yaşam eyleminden kopuk, ayrı, uzak bir faaliyet olarak algılanır. Ama bu sözde bir bağımsızlıktır. Düşüncenin ortaya çıkmasında rol oynayan insan bilincinin; bireyin toplumdaki maddi ve düşünsel faaliyet içerisinde yer aldığı ve yoğun biçimde yaşamsal pratikten etkilendiği ölçüde biçimlenir.

Ne kadar bağımsız görünürse görünsün, esas olarak insanın düşünsel faaliyeti, toplumun maddi faaliyetinden özgür, yalıtılmış ve uzak olmaz. Kaldı ki, sözde bağımsız fikri faaliyetin ve bu faaliyetin sonucu yaratılan ürünün, egemen sınıfın gücüne bağlı olarak, sermaye sahiplerinin tasarrufuna açık hale gelmesi, ürünün yaratım sürecini piyasa koşullarına bağımlı kılar. Pazarın “beğenisinin” toplumun ekseriyeti tarafından benimsenmiş olması, sanatçının bağımsızlığını ortadan kaldıran bir faktördür. Kariyer ve hırsla bezenen istenç yularını; pazara kaptıran sanatçı, yaratım özgürlüğünü de yitirir.

At sahibine göre kişner.

Toplumsal yaşamın her alanında ilişkilerin, mülkiyet ilişkilerinin ifadesi olarak var olduğu yerde; egemen sınıfın düşüncesi de o toplumun düşüncesidir. Kuşkusuz bu durum, o toplumda farklı düşüncelerin öğe halinde var olmasını yadsımaz. Toplum; karşıt sınıfların varlığına, yaşamsal eylemine bağlı olarak, karşıt fikirlerin var olmasının koşul ve olanaklarını yaratır.

Maddi (mülkiyet ilişkilerine dayalı) farklılıkların çatışmanın koşulu olması; birey ve grupları; iradi ya da kendiliğinden düşünce sistemlerini, benimsemeye zorlar. Bu durumda bireyin tarafsız kalması olanaksızdır.

Bir sanat eserinin özüne bakarak, ürünü olumlu veya olumsuz değerlendirmek ideolojik tutum almaktır. İdeolojik ön yargılara dayanarak sanat eserini tamamen reddetmek, yasaklamak; genel olarak tarih sahnesinde miadı dolmuş olan sınıf iktidarının, yeni ve devrimci düşünce ve yaratım eylemine karşı duruşunun ifadesidir.

Maddi egemenliğini yitirmekle karşı karşıya olan ve bu nedenle bağnazlaşan, gerici sınıfların toplumsal egemenliğini meşru gören her birey ve grup, ideolojik olarak egemen sınıftan yanadır ve gericidir. Siyasi ve ideolojik alanda boy gösteren, düşünce üreten bireyin yaratısı; egemenliğini “meşru” saydığı iktidarın, devrimci sınıflara karşı kullandığı silah olur.

Sınıflı toplumun, sınıflar çatışmasına bağlı olarak birbirine zıt ideolojik unsurları içinde barındırması; özellikle düşünsel ve sanatsal alanda faaliyet gösteren bireylerin üretimini de etkiler. Bu nedenle birbirinden farklı sanat anlayışı var olur. Yaratılan ürün; toplumda var olan ve birbiriyle çatışan unsurların yaşamsal pratiğinin yansımasını içerir.

Her sanat eserinin, olumlu ve olumsuz olanı içerdiği ve eserin olumlu ve olumsuz yanlarının bir arada ve birbirleriyle çatışır olduğu bilinen bir olgudur. Bir sanat ürününe olumlu ya da olumsuz dememizi sağlayan şeyin; çatışan unsurlardan birinin baskın diğer unsurların ise ikincil konumda ve çekinik kalmasıdır. Sanat faaliyeti sürecinde; çatışan ögelerden, gelişen ve olumlu olana sahip çıkılması doğru yaklaşımdır. Gelişmeye ket vuran unsura; olumsuz niteliği iyileştirilebilir savıyla, yeniden yapılandırarak sahip çıkılması ise uzlaşmadır. Sanat eserinin içeriğinde olumlu ve olumsuz unsurların birlikte olduğu gerçeğini belirlemek, eserin olumsuz vasfına karşı hoşgörülü olmanın gerekçesi de olamaz. Her olgu, ilerletici ve bu ilerlemeye direnen unsurlardan oluşan bütündür. Birey ve gruplar her olgunun içerdiği unsurlardan birinin etkin olması için çaba gösterir. Bu çaba, birey ve grupların ayrı yerde duruşunun belirleyicisi olur.

Burjuva bireycil kadın ve erkeğin; sanatçının özgür olması gerektiği üzerine sözleri ayyuka çıkarken, bu keskin sözlerinin ikiyüzlülük olduğunu vurgulamak önemlidir. Kendisini tarafsız ve özgür ilan ederken; “taraf” olduğunu açıkça ifade eden sanatçıya tepeden yönelttikleri eleştiri aşağılık bir saldırıdır. Sermayenin gücü üzerine kurulmuş, bir yanda bir avuç insan, asalak ve şatafatlı bir hayat sürdürürken, diğer yandan toplumun büyük bir kesimi yoksulluk içerisinde maddi ve manevi yoksunluğa itilirken, o toplumda tam ve gerçek özgürlükten dem vurmak kafa karışıklığına yol vermektir.

Bu “özgür” sanatçı, yazar, kadın ve erkekler; Edebiyata ve sanata büyük katkı savıyla insan yaşamının her alanında üretilenin, meta haline getirilmesi için canla başla uğraşan ve burjuva egemenliğinin mutlak olduğu iddiası üzerine dil dökülmesini isteyen tüccar yayınevlerinden, burjuva ideolojisinin taşıyıcısı durumunda olan okurlardan ne kadar bağımsızdır. Bir toplumda genel anlamda kültürel faaliyet içerisinde var olan ilişki ve çelişkiden ve ilişkinin taraflarından bağımsız olmak olanaksızdır. Sanat pratiğinin “bağımsızlığı” yaldızlı maskedir. Sanat pratiği doğrudan çatışan sınıfların pratiğine bağımlıdır.

Sanatçının egemen sınıf iktidarından özerk olabilmesi mümkündür; ama bunun için önce, egemen sınıfın, ideolojik ve siyasi iktidarından devrimci kopuş yaşaması gereklidir. Bu kopuş, onun başka bir tarafta, halkın çağdaş kölelikten kurtuluşu için mücadele cephesinde olmasının yolunu açar. Ancak bu da yetmez; emekçilerin kurtuluşu safında yerini alan sanatçı, eserini egemen piyasa ilişkisinden de uzak tutmalıdır.

Kapitalist pazarın hegemonya alanından uzak duruş sanatçının özgürlük zeminidir. Sosyalist sanatçı; kapitalist pazara göbekten bağlı çıkarcı, ikiyüzlü burjuva sanatçının da pratiğinden uzak olmalıdır. Sosyalist sanatçılar, kapitalist Pazar ilişkileri zemininde filizlenen, harislikten ve bireyci, burjuva anarşist, nihilist eğilimlerden uzak noktada kaldıkları ölçüde özgürleşebilirler. Egemen ve sömürücü azınlığın etki alanından çıkabilen ve emekçi çoğunluğun safında, yani özgürleşmenin zemininde yerini alan sosyalist sanatçı yaratım sürecinde “özgür” olabilir. Bu aynı zamanda egemen sınıfla savaş halindeki hareketlerin yanlış duruşları karşısında da göreceli “özgür” olabilmenin ön koşuludur. Pazar için sıradan eserler yaratmak yerine; köleliğin cenderesinden kurtulmuş bilinçle, sosyalist düşüncenin ifadesi eser yaratmak; sanatçının tercihidir. Sanatçının tercihinin çoğunluğun yararına olması; özgürlüğünden göreceli feragat edişine toleransı olumlar. Kuşkusuz sosyalist cephedeki sanatçının işçi sınıfı pratiğinden özgür olmasının mümkün olamayacağı zemininde; özgürlüğü de tam değil görecelidir.

Toplumsal tarih sürecinde devindirici bir güç olarak yerini alan sınıf ve toplumsal gruplar devrimcidirler. Sanat ve edebiyat üreticilerinin kapitalizmden kurtuluşunu sağlayacak devrimci kopuşun koşul ve olanaklarını sağlayacak sistem sosyalizmdir. Dolayısıyla sosyalist sanat pratiği, kapitalizme karşı devrimci eylemden yanadır. Bu taraf olma hali ise lokal değil, enternasyonaldir. Sosyalist sanatçıların kendi burjuvazisiyle değil, Dünya’nın emekçileri safında ortak ideal altında buluşması, kapitalist sistemin biçtiği kölelikten kurtuluş amacına ilişkin içtenlik göstergesidir.

Kapitalist toplumsal sistemde burjuvaziyle emekçilerin ortak ideal etrafında toplanması “ortak değerlerin” oluşturulmasıyla ilişkilidir ve bu değerlerin oluşmasında sanatçılar ve düşün insanları önemli bir görev üstlenirler. Dünya emekçilerinin kapitalist-emperyalist sisteme boyun eğmesi için; yarı peygamber payesiyle taçlanmış sanatçı ve düşünürler yeryüzü tanrısı kapitali kutsayarak, üzerlerine düşen görevleri küresel düzeyde gerçekleştirdiler.

Emek eksenli, enternasyonal karşı duruşun, milli, ırkçı ve dinsel savunuyla sulandırmasına, revize edilmesine izin vermek, bağnaz, dar, şoven söylem ve eylemi karşısında zaaf göstermek ve uzlaşmak; daha işin başında yenilgiyi kabul etmek demektir. Uzlaşmak; üretim sürecinde belirleyici güç olan sanatçının üzerine oturduğu ilişkiler zeminini kirletir. Pratiğini belirleyen ilişkiler zemininin kirlenmesi sanatçının yaratım sürecini etkiler

Ulusçulukla bezenmiş düşünce ve sanatsal yaratı, işçilerin kölelikten kurtuluşu önünde kurulan barikata bir katkıdır. Burjuva egemenliğine karşı, kapitalistlerin vicdanına seslenmeği “isyan etmek” olarak lanse eden ve pazarın unsuru olan düşünce ve eylemlere karşı da devrimci eleştirel tavır almak “kurtuluş” için ön koşuludur. İşçilerin enternasyonal kardeşlik türküleriyle ve emekçi halkların uluslararası dayanışma kültürünü besleyen sanat ve edebiyat üretimiyle; halklar arasındaki savaşı körükleyen savaş naraları bastırabilir.

Bugün, emekçilerin enternasyonal değerleri, tek tek ulusal kimlikler öne çıkartılarak deforme edilmektedir. Burjuva ideologlar, Nazım Hikmet’i Komünist ve Enternasyonal kimliğini göz ardı ederek “ulusal” kimlikle adlandırmak için “özel” çaba gösteriyorlar. Bu oyunu bozmak gereklidir. Nazım Hikmet komünist kimliğiyle, yalnız Türk emekçilerinin değil, dünya işçilerinin-halklarının değeridir. Neruda, Picasso, Mayakovski, Rodrigo, Brecht, diğer yüzlerce enternasyonal kimliğe sahip olan sanatçı, edebiyatçı, ulusal kimlikleri ile değil, tüm dünya emekçileri cephesinde olma kimlikleri ile anılmaktadırlar. Ve bu kimlikleri böyle kalmalıdır.

Tüm Dünya emekçilerinin ortak değerlerini bu vasıflarından arındırarak “ulusallaştırmak” Sosyalist hareketinin, devrimci, enternasyonal değerlerini bozma ve yok etme girişimin önemli parçasıdır. Bu saldırı; burjuva iktidarların hizmetine girmiş, sanatçı ve düşünce insanının eserlerinde halk adına hikmet arayan ve halkın bu insanları “halk dostu” olarak kabul etmesini isteyen; dünkü sosyalist, bugünkü k. burjuva radikal ve sözde sosyalist bayların uzlaşmacı girişimleriyle bütünleşmektedir. “Halkçı” sanatçı ve düşünürlerin yaratım sürecinde takındıkları tavrın ve ulusal pazarın ögesi olma heveslerinin sosyalist gerçekçilikle ilgisinin olmadığı açıktır.

BABÜR PINAR

 

kAYNAK: Sanat ve İktidar / BABÜR PINAR –  Nitelik Kitap Yay.1 BASKI

 

Kategoriler:   Eleştiri/Deneme/İnceleme