Menü

ŞİİR ve SÖZ / İSMET ALICI

Bu Bir Şiir Bildirgesidir!

 

İlk önceleri şiir yazanlarla şiiri değerlendirmeye çalışıyordum. Nedense şiir yazanları naif görürdüm, koca koca insanların şiir yazdığını görünce bunun insanların kocaman oluşlarıyla değil söz dizimlerinin içinde olduğunu. Onların büyüklükleriyle şiir arasında bir ilişki kurmaya çalışırken o koca yüreklerden akan billur bir ses oluşu benim için biraz kıskançlık vericiydi. Bu beni sanatın kapısını aralayacak orada bekleyen gizemi çözmeye adım atmada alıkoymadı, kararlıydım. Şiir yazmaya başladığım yıllarda, şiirimi kendime göstermekten bile imtina ediyordum. Bir taraftan da şiir yazanı küçümseyen bir toplumumuz vardı. Bu küçümseme benim kalemle buluşmamı engelliyordu. Bu anlayış şiiri erkek işi olarak değil de daha çok efemine bir eylemlilik gibi görmemekteyken benim şiir yazan ellerimi güçsüz kılıyordu.

Genel olarak toplumda şiire ilişkin bu küçümseyici bakış yazanı yazma eyleminden alıkoymaktadır. Fakat toplum bu durum üzerine pek düşünmez tabu haline getirdiği için bir alt benlik, kanıksanmış bir doğrudur. Onu bu düşünceye iten durumu aştıracak olan aydınların çabası olacaktır. Daha ileri bir toplumda herkesin şiir yazdığı keza sanat uğraşı olacağından bu tür düşüncede ortadan kalkacaktır.

Şiirin efemine görünmesinin çok çeşitli nedenleri vardır. Aslında bütün sanatsal eylemlilikleri biraz efemine görünür. Bunun bence en önemli nedenlerinden biri sanatın toplumsal ihtiyaç olarak ortaya çıkmasının kadınların sağlamasıyla ilgilidir. İlk şamanlar, ad koyanlar kadınlardı sonra bu süreç erkeklerin eline geçti. Sanatın dişiliği birazda buna dayanır. Bunun yanında, genel olarak sanat oyun güdüsüyle ortaya çıkan taklit güdüsüne dayanır. Bu ise sanat eylemliliğine bir çocuksuluk ve ilkellik katar. Toplumsal kurallar ve yasalar her zaman toplumsal katılığı ve ilkelerin oluşmasını sağlar. Bu katılaşma hızlı bir şekilde çocuksuluğu ve oyun dürtüsünü yok eder. Böyle olunca, bir kişinin sanatla uğraşması toplum için ortaya konulan kurallara uymamasıyla içicedir. Sanatçı bu anlamda toplumun dışında toplumu deforme eden kişi olarak algılanır. Bu anlamda toplum sanatı aşağılar, onu küçümser, sanat eylemliliğini çocuksu, efemine eylemlik olarak gösterir. Bu çocuksuluk, efemilik çoğu kişi için soytarılık, şaklabanlıktır.

Bütün bu sanatların dışında şiir sanatı, birazda kendini koruma güdüsü ve toplumsal ihtiyaçları karşılamak adına kendini farklı konumlandırmıştır, bir anlamıyla. Ataerkil toplumla birlikte şiir bir yiğitlik, erdemlilik söz verme eylemine dönüştürmüştür. Günümüz şiir sanatında bu yan pek hissedilmese de aslında destanların dokusu bu kahramanlık hikayeleriyle şekillenir. Bu şiirin erkeksi hikayelerle toplumda vücut bulması diyebiliriz. Mitoloji bu anlamda erkek sesinin şiire girmesi ve kadının erkek egemen kültürle bastırılmasıdır. Mitlerin kadın tanrıların egemenliğinden kurtulup erkek tanrıların egemenliğine girmesiyle, şiirin erkeksi kullanımı içicedir.

Şiire yiğitlik ve mertlik ögesi katan ve onu efeminilikten, çocuksuluktan kurtaran bu söz halidir. Bu söz hali sürekli eyleme çağrıyı da içinde taşır. Bu söz hali süreç içinde anlama dönüşmüştür. Şiirde anlamı attığınız an, sözü de, yiğitliği de atmış olursunuz. Fakat bu söz verme haline daha geniş bakmak lazım. Çünkü söz veya geniş anlamda, anlam sadece topluma verilen uyulması gereken, talepler nasihatlar bütünü değildir.

Şairin ermiş veya psikolojik sorunlu görünmesinin bir yanı kendi kendine konuşmasından gelir. Tabi ki sokakta yürürken kendi kendine insan şaire yakındır veya şairliğe yol almıştır. Kendi kendine konuşma insanın vicdanının oluşmasında büyük etkendir. İnsan içindeki cinle, melekle, tanrıyla konuşa konuşa insanlaşmıştır. İçindeki cin derken bu durumu geniş açmak lazım. İlk çağlarda felsefe daha çok kendinle konuşmaydı, ilk filozoflar felsefeyi daha çok kendinle konuşmanın sonucu olarak görürdü. Bu kendinle konuşma içindeki ikinci benle konuşmaydı. Fakat bunun bir içsel konuşma olduğunu anlamazlardı, bunun içindeki cinle konuşma olarak algıladılar. Çok tanrılı dediğim süreç bir anlamıyla buydu. İlk düşün insanı için düşünce üretmek bir anlamıyla içindeki cinin sesi olmasıydı. Onlara göre evrendeki bütün her şey cinliydi, yani cansız hiç bir şey yoktu, her şey canlı ve ruhu yani cini vardı. Sonradan Platon’un idealar kuramına gitmesi, bir anlamıyla herkesin içindeki cinden çıkış yaparak, tek bir cinde merkezileştirmiştir. Platon’un idealar kuramı bir anlamıyla, tek tanrılığa yol açarken, çok tanrılı sürecinde bitmesini sağlamıştır. Peygamberlerin çıkışlarının içinde de hep içsel konuşmalar vardır. Onların içlerindeki cin, böylece tanrının sesine veya vahiye dönüşmüştür. Bilakis Muhammet’in saralı olması, onun tanrıyla konuştuğuna dair bir işaret olarak algılanmıştır. Aynı zamanda onun Arafat’a gitmesi tanrıyla konuşma gibi gösterilse de, bir yanı içindeki cinle konuşmasıdır. İnsanın bu içsel konuşmasının bir yanı insanın vicdanını yaratmıştır. Kişi bu içsel konuşmalar sürecinde kendine sözler vermiş bu sözlere uymaya çalışmıştır. Çünkü kişinin topluma verdiği sözden daha sahicidir kendine verdiği söz. Kişinin kişiliğinin oluşmasını ve çoğalmasını, azalmasını sağlayan birazda budur. Kişi kendi varlığını bu sorgulamalarla oluşturur. Ama benim bahsettiğim şairin kendi kendine konuşma haliyle oluşan şiir. Zaten teatral hali ve iç boşalımı, söz verme kendini sorgulama halini şiir dışına attığınız an şiir kalmaz. Şiiri şiir yapan dilden önce bu depresif bu vicdan sorgulama haldir. Şiiri canlı hale getiren bu depresif haldir. İşte bu vicdan sorgulaması aynı zamanda teatral durumdur. Bu hali şiirden çıkardığınız an geriye sadece dil veya dil uzmanlığı kalır. Günümüzün burjuva şiiri bu depresif hali dışlar bunun yerine sözcük uzmanlığını dayatır. Kısacası iç sorgulamayı ve vicdan muhasebesini dışlar. Dışlanan aslında İnsanın insanlaşma eylemi ve şiirin yaratacağı katharsistir.

Bir insan kendisiyle konuşmaya neden ihtiyaç duyar? Bu ihtiyaç etik davranmaya, dürüst olmaya dair bir ihtiyaç olduğu gibi varlığını yeniden biçimlendirmeye duyulan ihtiyaçtır. İşte bu eylemden bu biçimlendirme halinden şiir doğar. Bunun yanında bu kendi kendine konuşmalardan ilkeler çıkar, kendine söz verme hali. Bu ilkeler kişinin yaşama dair davranışlarını, bakışını oluşturur.

Şiir arkaik, yasayı, adaleti karşılayan bir metindir. Bunun nedeni şiirin söze dönüşmesiyle ilgilidir. Onun arkaik olmasının nedeni binlerce yıldır süren sorgulama sürecini içinde taşımasıyla ilgilidir. Hiçbir zaman şiirde çocuksuluğu ve oyun güdüsü atılamaz, onu arkaik gösteren yanda budur. Yani şiir insanın kendini sorgulaması süreciyle doğmuştur. Şair ile peygamberin bu anlamdaki süreçleri aynıdır. Peygamber nasıl vaaz verirse, şiirde bir anlamıyla vaaz verir. Bu yüzden şiir dinselliği ifade eden dualarla var olmuştur. Zerdüşt’ün Gathalar kitabı, bir anlamda dua kitabı veya topluma verilecek sözler ve yasalar kitabıdır. Dua aynı zamanda bir durum ifade ederken topluma bir söz verir. Bu sözü duadan veya şiirden attığımız an, şiirin gücünü atmış oluruz. Bu anlamda dilin gücü, yani söz şiirin içindedir. . Toplumsal çatışmaları durdurmanın veya anlaşmaları yapmanın yolu verilen sözlerin tutulmasından geçer. Bunun yanında bazı kuralları topluma sindirmenin yolu da sözden geçer. Yazılı gelenek bu sözün veya yasaların sindirilmesinde yeterli olmaz bu noktada sözel olan söylem araya girer. Söz bu anlamda estetize olur ve yasalar, dualar, kahramanlık anlatıları şiirsel söylemle toplumsallaşır. Bu anlamda söze bürünmüş şiir daha sahici bir anlam taşır yaşamı yeniden üreten bir sözelliğe dönüşür. Şiir bu anlamda toplumu birleştiren bir yasalarını sözle güzelleştiren etkinliktir. Şiirin toplumsal kalıcılığına buradan bakmak lazım.

Aynı zamanda, şiirde simgeyi işaret eden imgesel doku bu söz anlayışından şekillenir. Şiiri yasadan, duadan bu anlamda sözün gücünden ayırmak imkansızdır. Bu yüzden şiir, şair tarafından verilmiş tutulması gereken sözdür. Şiirin, sahiciliğinin gücü bu söze dayanır. Şiire sahicilik katan bu sözdür, bu söz kişinin kendi sorgulanma süreçlerinden çıkar. Şaire peygamber arasındaki ilişki bir yanıyla budur. Bu anlamda şiirde anlamı dışlamak, bu anlamda sözü dışlamaktır. Şiiri anlamsızlaştırmak, şiiri söz vermeyen hale getirmek, şiirle hakikat arasındaki ilişkiyi dışlamaktır. Şiire hakikat olgusunu kazandıran o sözün gücüdür. Bizim gibi kadim değer yargılarını taşıyan toplumlarda sözün gücüne hala inanılır. Söz senettir bir anlamda, söz hakikatın belirginliğidir. Yiğitliğin ve kavganın teminatıdır.

Günümüzde sözün veya söze yüklenmiş olan güvenin önemi gitgide azalıyor. Bu azalmanın önemli noktası insani ilişkilerinde azalması olduğu gibi kapitalist değer yargılarının toplumsallaşmasıyla ilgili. Aşk sözde dile gelir ona sahicilik katan ifade ettiği anlam kadar, sözün gücüdür. Bu anlamda aşkı diri tutar diriltir söz. Şiir hele de aşk şiirleri, seni seviyorum demenin sevginin sözünü vermenin manifestosudur. Son aşamada sözün estetize edilmiş halidir şiir. Şiirde anlam dışına kaymak, sevdayı, inancı, yiğitliği ret etmek olarak anlaşılır. Söz söylemeyen şiir olmaz. Sözün gücüdür isyana aşka çağıran. Ne diyordu Yunus Emre.

 

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz

Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

 

Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı

Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz

 

Kelecilerin pişirdik yaramazını şeşirgil

Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz

 

Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri

Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz

 

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini

Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz

 

Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile

Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz

 

Yunus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden

Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz

 

Kategoriler:   Sanat Kuramı, Şiir